Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim

Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
featured_image

Mutluluk Korkusu: Neden Bazı İnsanlar Mutluluk Hissinden Kaçar?

Yazar: Tuğçe Turanlar22 Ağustos 2025 Sınırlar ve Öz-Şefkat0 Yorum

Mutluluk, insanlar için evrensel bir arzu gibi görünür. Çoğu birey daha huzurlu, doyumlu ve mutlu bir yaşam sürmeyi hedefler. Ancak psikoloji literatüründe son yıllarda dikkat çeken bir kavram, bu evrensel varsayımı sorgulatmaktadır: mutluluk korkusu (fear of happiness). Mutluluk korkusu, kişinin bilinçli ya da bilinçdışı düzeyde mutluluk yaşamaktan kaçınması veya mutlu olmayı potansiyel olumsuz sonuçlarla ilişkilendirmesi anlamına gelir. Bu durum, kişinin olumlu duygularını sınırlamasına, kendini geri çekmesine ve uzun vadede yaşam doyumunu azaltmasına neden olabilir (Joshanloo & Weijers, 2014).

Mutluluk korkusunun anlaşılması, yalnızca bireysel psikoloji açısından değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzeyde de önem taşır. Çünkü mutluluk, bireysel deneyimden çok daha fazlasıdır; kültürel değerler, toplumsal normlar ve dini inanışlarla şekillenen bir olgudur.


Mutluluk Korkusunun Kökenleri

Mutluluk korkusunun gelişiminde birkaç temel unsur öne çıkar:

Bireysel Yaşantılar: Bazı bireyler geçmişte mutluluğun hemen ardından olumsuz bir deneyim yaşamış olabilir. Bu durum, zihinde “mutluluk tehlikelidir” şeklinde bir koşullanma yaratabilir. Örneğin, çocukken bir başarı sonrası aile içinde kıskançlık ya da cezalandırılma yaşayan bireyler, mutluluğu riskli bir duygu olarak kodlayabilirler.

Duygu Düzenleme Güçlükleri: Depresyon, kaygı bozuklukları ya da travmatik yaşantılar, bireyin olumlu duygularla temas etmesini zorlaştırır. Bazı insanlar yoğun mutluluk hislerini tolere edemez ve bunu tehdit olarak algılar.

Kültürel ve Dini İnançlar: Toplumların mutluluğa dair bakış açıları değişkendir. Bazı kültürlerde mutluluk, tevazu ve ölçülülükle sınırlandırılır; aşırı sevinç, başkalarını rahatsız edecek veya kötü bir olayı davet edecek bir davranış gibi görülebilir (Joshanloo, 2013).


Kültürel Yansımalar

Mutluluk korkusu, kültürden kültüre değişiklik gösterir. Bireyci kültürlerde mutluluğun kişisel hedeflerin gerçekleşmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülürken, kolektivist kültürlerde mutluluk çoğunlukla toplumsal uyum ve dengeyle ilişkilendirilir.

Türkiye gibi toplumlarda da bu anlayışın izlerini görmek mümkündür. Halk arasında kullanılan söylemler, bu düşünceyi açıkça yansıtır:

“Sevinç gösterilirse nazar değebilir.”

“Çok gülünce başa iş gelir.”

Bu ifadeler, mutluluğun fazla sergilenmesinin tehlikeli olabileceği yönündeki inançları pekiştirir. Aslında bunlar tam anlamıyla atasözü değil; halk arasında kuşaktan kuşağa aktarılan anonim inançlardır. Benzer şekilde, Doğu Asya kültürlerinde de mutluluğun kısa süreli olduğu ve ardından olumsuzluk getireceğine dair yaygın düşünceler mevcuttur (Uchida & Ogihara, 2012).


Mutluluk Korkusu ve Ruh Sağlığı

Mutluluk korkusu, yalnızca bir kültürel inanç meselesi değil; aynı zamanda ruh sağlığıyla da yakından bağlantılıdır. Araştırmalar, mutluluk korkusunun depresyon, kaygı bozuklukları ve düşük yaşam doyumu ile ilişkili olduğunu göstermektedir (Gilbert et al., 2014).

Mutluluk korkusu yaşayan bireyler, olumlu duygulara bilinçdışı bir direnç gösterebilir. Bu direnç, sosyal ilişkilerde mesafe yaratabilir, kişilerarası yakınlığı engelleyebilir ve kişinin yaşamdan aldığı keyfi azaltabilir. Sonuçta birey, hem kendini korumaya çalışır hem de farkında olmadan kendi mutluluğunu sınırlandırır.


Koruyucu Faktörler

Her birey mutluluk korkusu geliştirmez. Bazı psikolojik özellikler ve beceriler bu eğilimi hafifletebilir:

Öz-şefkat: Kendine nazik davranabilme, hataları kabul etme ve olumsuzluklara karşı tolerans geliştirme, mutluluk korkusunu azaltan güçlü bir faktördür.

Dayanıklılık: Zorluklar karşısında toparlanabilme kapasitesi, mutluluğun geçici kayıplarına rağmen tekrar umut edebilme gücü verir.

Şükran: Günlük yaşamda küçük olumlu deneyimlere odaklanmak, mutlulukla ilgili kaygıları hafifletir (Joshanloo, 2017).


Terapötik Yaklaşımlar

Mutluluk korkusunun tedavisi, bireyin geçmiş deneyimleri, inançları ve ruhsal ihtiyaçları doğrultusunda farklı terapötik yaklaşımlarla ele alınabilir:

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Olumlu duyguların “tehlikeli” olduğuna dair irrasyonel düşünceleri sorgulamayı hedefler. BDT, mutluluğun ardından kötü bir şey geleceğine dair otomatik düşünceleri dönüştürmede etkilidir.

Şema Terapi: Çocuklukta gelişen “cezalandırıcı ebeveyn” ya da “kötü şeyler olacak” şemaları, mutluluk korkusunun kökeninde yer alabilir. Şema terapi bu derin inançları fark etmeyi ve dönüştürmeyi amaçlar.

Mindfulness Temelli Yaklaşımlar: Anda kalmayı, duygulara yargısız şekilde yaklaşmayı öğretir. Bu sayede birey, mutluluk duygusunu “tehlike” değil, “geçici bir deneyim” olarak algılamayı öğrenebilir.

Psikodinamik Terapi: Mutluluk korkusunu bilinçdışı çatışmalarla ilişkilendirir. Örneğin, kişinin mutluluğu “suçluluk” ya da “hak etmemişlik” duygularıyla bağlantılı olabilir. Psikodinamik yaklaşım, bu çatışmaları ortaya çıkarıp anlamlandırmaya odaklanır.

EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): Travmatik deneyimler sonrası gelişen mutluluk korkusunda EMDR etkili olabilir. Kişi, mutlulukla bağlantılı olumsuz anıları yeniden işlemleyerek duygusal yükünü hafifletebilir.


Araştırmalardan Bulgular

Bilimsel çalışmalar, mutluluk korkusunun farklı boyutlarını aydınlatmaktadır:

Joshanloo ve Weijers (2014): Mutluluk korkusunun, özellikle Doğu kültürlerinde daha yaygın olduğunu ve dini-manevi inançlarla ilişkilendirildiğini vurgular.

Gilbert ve arkadaşları (2014): Mutluluk korkusunun depresyon ve bağlanma problemleriyle bağlantılı olduğunu göstermiştir.

Teke (2025): Güncel sistematik derleme çalışması, mutluluk korkusunun çeşitli psikolojik bozukluklarla ilişkisini özetlemiş ve terapi yaklaşımlarına dair öneriler sunmuştur.

Bu bulgular, mutluluk korkusunun hem bireysel hem de kültürel düzeyde incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.


Sonuç

Mutluluk, evrensel bir arzu gibi görünse de bazı bireyler için kaygı, suçluluk ya da tehdit kaynağı olabilir. Mutluluk korkusu, bireyin yaşam doyumunu azaltabilir ve sosyal ilişkilerini sınırlayabilir. Ancak öz-şefkat, şükran ve psikoterapötik müdahaleler bu korkunun üstesinden gelmede etkili olabilir.

Kültürel boyut, mutluluk korkusunu anlamada kritik öneme sahiptir. Türkiye gibi toplumlarda görülen “çok gülünce başa iş gelir” gibi halk inanışları, bu psikolojik eğilimin kültürel zemindeki yansımalarıdır.

Sonuç olarak mutluluk korkusu, bireyin mutlulukla kurduğu ilişkinin derin bir yansımasıdır. Bu kavramın farkına varmak, hem bireysel gelişim hem de kültürel bakış açılarının anlaşılması açısından büyük önem taşır.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Joshanloo, M., & Weijers, D. (2014). Aversion to happiness across cultures: A review of where and why people are averse to happiness. Journal of Happiness Studies, 15(3), 717–735.

Gilbert, P., McEwan, K., Catarino, F., Baião, R., & Palmeira, L. (2014). Fears of happiness and compassion in relationship with depression, alexithymia, and attachment security in a depressed sample. British Journal of Clinical Psychology, 53(2), 228–244.

Teke, E. (2025). Fear of happiness: A systematic review. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar – Current Approaches in Psychiatry, 17(4), 745–759.

Devamı
featured_image

Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir ve Nasıl Başa Çıkılır?

Yazar: Tuğçe Turanlar30 Ocak 2025 Sınırlar ve Öz-Şefkat0 Yorum

Günümüzün dijital çağında hayatımızın pek çok yönünü sosyal medyada ve çevrimiçi platformlarda paylaşıyoruz. Ancak paylaşımların dozunu ayarlamak her zaman kolay olmayabiliyor. İnsanlar kimi zaman özel hayatlarına dair fazla detayı çevrim içi ortamlarda sunarak kendilerini “oversharing” (aşırı paylaşım) tuzağının içinde bulabiliyorlar. Bu yazıda; oversharing kavramının ne anlama geldiğini, hangi sebeplerle ortaya çıktığını, psikolojik etkilerini ve bu durumla başa çıkmak için hangi adımları atabileceğimizi ele alacağız.


Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir?

Oversharing, kişinin özel ya da kişisel konularını gereğinden fazla, detaylı ve herkese açık şekilde paylaşması anlamına gelir. Bu sadece sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlarla sınırlı olmayıp, yüz yüze iletişimde bile kişisel sınırların ihmal edilmesi şeklinde kendini gösterebilir. Aşırı paylaşım, kişinin duygularına, yaşadığı olaylara ya da kendi mahremiyet alanına dair bilgileri kontrolsüz biçimde aktarmasıyla karakterizedir.

Örneğin, yeni tanıştığınız bir kişiye hemen aile sorunlarınızı, sağlık sıkıntılarınızı ya da duygusal gelgitlerinizi uzun uzadıya anlatmak, o kişiyle yakın bir bağınız olmamasına rağmen özel hayatınıza dair gereğinden fazla ayrıntıya girmek oversharing davranışıdır. Aynı şekilde sosyal medya platformlarında günlük hayata dair en ince ayrıntılara kadar paylaşım yapmak da benzer bir durum yaratır.


Oversharing’in Nedenleri Nelerdir?

Aşırı paylaşımın altında farklı dinamikler yer alabilir:

  1. Duygusal Destek İhtiyacı
    Kimi zaman insanlar yaşadıkları zorlayıcı duygularla tek başlarına baş etmekte zorlanırlar. Bu duygusal baskıyı hafifletmek adına çevrelerinden destek alabilmek için hemen her detayı paylaşma eğilimine girerler.
  2. Onaylanma ve Beğenilme İsteği
    Özellikle sosyal medya kullanımının arttığı bu dönemde, paylaştığımız her bilgiye “beğeni” ya da “yorum” yoluyla bir dönüş alırız. Bu da onaylanma duygusunu besler. Kişi yeterince beğeni alabilmek adına normalde sınırları dahilindeki mahrem bilgileri bile paylaşabilir.
  3. Özgüven Eksikliği
    Bazı kişiler, başkalarının ilgisini çekerek kendilerini önemli hissetmek veya varlıklarını kanıtlamak isterler. Bu nedenle özel hayatlarına dair detayları açığa çıkararak fark edilme ihtiyacını karşılarlar.
  4. Yalnızlık ve Bağ Kurma Arayışı
    Sosyal çevresi sınırlı, yalnızlık hissiyle baş etmeye çalışan bireyler, samimiyet kurulabileceğini düşünerek aşırı paylaşımda bulunabilirler. Bu şekilde paylaşımların hızlı bir yakınlık yaratacağı yanılgısına kapılırlar.
  5. Sınır Bilincinin Zayıf Olması
    Kişisel sınırlar, mahremiyet ve özel hayat konularında yeterince farkındalığın olmayışı da aşırı paylaşıma yol açar. Kimi insanlar hangi bilgileri, ne kadar ve kiminle paylaşmaları gerektiğini kestiremezler.

Oversharing’in Psikolojik ve Sosyal Etkileri

  1. Pişmanlık ve Utanç
    O an duygusal rahatlama amacıyla veya hızlı bir onaylanma beklentisiyle yapılan paylaşımlar, sonradan pişmanlık veya utanç duygusu doğurabilir. Özellikle dijital ortamda paylaşılan bilgiler kalıcı bir iz bırakabilir.
  2. İlişkilerde Güven Sorunları
    Aşırı paylaşım, çevrenizdeki insanlarla iletişiminizi olumsuz etkiler. Karşınızdaki kişinin mahremiyete dair algısını zedeleyebilir veya samimiyet seviyesine uygun olmayan detaylar paylaşmanız güveni sarsabilir.
  3. Kaygı Duygusunun Artması
    Özellikle özel ve hassas konuların herkese açık biçimde paylaşılması, ileride bu bilgilerin farklı şekillerde karşınıza çıkabileceği endişesini doğurur. Bu da kaygıyı artırarak kişinin ruh sağlığını olumsuz etkiler.
  4. Benlik Saygısında Dalgalanmalar
    Paylaşımlarınız beğeni topladığında iyi hissederken, eleştiriler ya da ilgisizlikle karşılaştığınızda özgüveniniz sarsılabilir. Bu duygu dalgalanmaları ruh sağlığında istikrarsızlığa yol açabilir.
  5. Karşı Tarafı Bunaltma veya Rahatsız Etme
    Sohbet halinde veya sosyal medyada paylaşılan yoğun ve gereğinden fazla kişisel bilgi, çevrenizdeki kişileri bunaltabilir ya da gereksiz bir duygu yükü ile baş başa bırakabilir. Bu da sosyal etkileşimlerinizi aksatır.

Oversharing’den Nasıl Kaçınılır?

Sınır Bilinci Geliştirin
Hangi bilgilerin paylaşılmaya uygun olduğunu, hangi detayların mahrem sayıldığını içsel olarak belirlemek önemlidir. Herkese açık platformlarda veya yeni tanıştığınız insanlarla paylaşımlarınızı mutlaka gözden geçirin.

Düşün – Bekle – Paylaş Tekniği
Özellikle duygusal yoğunluğun yüksek olduğu anlarda paylaşım yapmadan önce kendinize şu soruları sorun:

  • Bu bilgiyi paylaşmam şart mı?
  • Paylaştığımda kendimi nasıl hissedeceğim?
  • Karşımdaki kişi bu bilgiyi bilmekten gerçekten memnun olacak mı?
  • Birkaç saniye beklemek ve düşünmek, gereksiz ifşaları önlemede oldukça yardımcı olur.

Destek Sistemleri Oluşturun
Yaşadığınız duygusal zorlukları herkesle paylaşmak yerine güvendiğiniz, yakın çevrenizde olan bir iki kişiyle ya da bir uzmanla paylaşmak daha sağlıklı olur. Böylece ihtiyaç duyduğunuz desteği alırken gereğinden fazla kişinin özel hayatınıza nüfuz etmesini engellemiş olursunuz.

Gizlilik Ayarlarına Dikkat Edin
Sosyal medyada, özellikle fotoğraf ve hikaye paylaşım platformlarında, gizlilik ayarlarınızı gözden geçirin. Herkese açık paylaşımlar yerine, yalnızca yakın çevrenizle veya oluşturduğunuz belirli listelerle paylaşım yapmayı tercih edebilirsiniz.

Profesyonel Yardım Alın
Aşırı paylaşım davranışı özdeğer, yalnızlık, kaygı veya özgüven eksikliği gibi derin nedenlere dayanıyor olabilir. Bu konular üzerinde çalışmak için bir psikolog, psikolojik danışman veya terapistle görüşmek yararlı olacaktır.

Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.


Aşırı Paylaşım Yapmadan Samimi ve Açık Olmak Mümkün mü?

Elbette, samimiyet ve aşırı paylaşım birbirinden tamamen farklı kavramlardır. Samimi bir iletişim, duygularınızı, düşüncelerinizi ve yaşadıklarınızı uygun bir seviyede paylaşmayı içerir. Aşırı paylaşımla karıştırılan durum, aslında insanların birbirine yakınlaşırken dozunda bilgi aktarımı yapmasıyla çözümlenir. Örneğin, yeni tanıştığınız bir kişiyle sohbet ederken onunla empati kuracak, ortak ilgi alanlarını yakalayacak konuları paylaşmak yerinde olur; ancak özel hayatınızdaki en derin detaylara hemen girmek uygun olmayabilir.

Dolayısıyla samimi ve içten paylaşımlar, karşınızdakini de sizi de zora sokmayacak şekilde bir denge içinde gerçekleşmelidir. Bu dengeyi bulmak zaman alabilir ancak kendinizi ve sınırlarınızı tanıdıkça bu konuda daha bilinçli davranabilirsiniz.


Sonuç

Oversharing (aşırı paylaşım), hem yüz yüze hem de dijital etkileşimlerde kendi sınırlarımızı ihlal etmemize ve uzun vadede pişmanlık, kaygı ve sosyal ilişkilerde zedelenmeye yol açabilen bir davranış biçimidir. Kimi zaman bir anlık rahatlamaya ya da beğenilme ihtiyacına cevap verse de, paylaştıklarımızın kalıcılığı ve etkileri düşünüldüğünde sağlıklı sınırları korumak çok daha önemlidir.

Bu noktada “Düşün – Bekle – Paylaş” gibi basit stratejiler uygulamak, mahremiyet algısına önem vermek, güvendiğiniz yakın çevrenizi kullanmak veya profesyonel destek almak efektif çözümler sunar. Kişisel sınır ve mahremiyet bilinci, yaşam kalitemizi korumak ve uzun vadede sağlıklı ilişkiler sürdürmek adına kritik öneme sahiptir.

Aşırı paylaşım alışkanlığından uzaklaşıp, samimiyeti koruyarak ölçülü davranmayı öğrendiğimizde, dijital dünyada da gerçek hayatta da daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir iletişim kurabiliriz. Unutmayın, her bilgi paylaşılmaya uygun değildir; mahremiyet, kişisel bütünlüğümüzü koruyan en temel değerlerden biridir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Algül, A. (2018). Sosyal ağ kullanıcılarının “abartılı paylaşım”, “benlik sunumu” ve mahremiyet tüketimleri. Öneri Dergisi, 13(49), 21–44.

Aharony, N. (2016). Relationships among attachment theory, social capital perspective, personality characteristics, and Facebook self-disclosure. Aslib Journal of Information Management, 68(3), 362–386. https://doi.org/10.1108/AJIM-01-2016-0001
Taddei, S., & Contena, B. (2013). Privacy, trust and control: Which relationships with online self-disclosure? Computers in Human Behavior, 29(3), 821–826.

 

Devamı
featured_image

Duygusal Bağımlılık: İçsel Özgürlüğünüzü Geri Kazanın

Yazar: Tuğçe Turanlar13 Aralık 2024 Bağlanma Stilleri, İlişkiler ve Çift Dinamikleri, Sınırlar ve Öz-Şefkat0 Yorum

Duygusal bağımlılık, bireyin kendini tamamlanmış hissetmek için belirli duygulara ya da ilişkilere bağımlı hale gelmesidir. Bu bağımlılık genellikle çözülmemiş duygusal yaralardan, karşılanmamış ihtiyaçlardan ya da çocukluktan gelen davranış kalıplarından kaynaklanır. Duygusal bağımlılıktan kurtulmak, bu bağımlılığın doğasını anlamayı, etkilerini fark etmeyi ve duygusal bağımsızlık ile içsel şifaya yönelik bilinçli adımlar atmayı gerektirir.

Bu yazıda, duygusal bağımlılığın ne olduğunu, nedenlerini, belirtilerini ve bundan kurtulmanın yollarını ele alacağız.


Duygusal Bağımlılık Nedir

Duygusal bağımlılık, bireyin belirli duygusal deneyimleri bilinçsizce tekrar aradığı bir döngüyü ifade eder. Bu deneyimler zarar verici ya da yıkıcı olsa bile, birey kendini bu duygulara çekilmiş hisseder. Örneğin, bazı kişiler çatışma, reddedilme ya da drama dolu ilişkilere sürekli çekilir çünkü bu duygular onlara tanıdık gelir ve geçmişten gelen köklü bir duygusal kalıbı yeniden güçlendirir.

Madde bağımlılığından farklı olarak, duygusal bağımlılık dışsal bir madde yerine içsel deneyimlere dayanır. Çoğu zaman geçmiş travmalar ya da karşılanmamış duygusal ihtiyaçlarla bağlantılıdır.


Duygusal Bağımlılık Belirtileri

Duygusal bağımlılıkla mücadele ettiğinizi gösteren bazı yaygın belirtiler şunlardır:

  1. Zararlı Kalıpların Tekrarı: Sürekli olarak duygusal acıya neden olan ilişkilere ya da durumlara çekilmek.
  2. Aşırı Bağlılık: Terk edilme korkusu ya da sürekli başkalarından onay bekleme ihtiyacı.
  3. Duygusal Yükseliş ve Düşüşler: Pozitif ya da negatif, yoğun duyguları arzulamak.
  4. Yalnızlıkla Baş Edememek: Başkalarının onayı olmadan rahat ya da tatmin olmuş hissedememek.
  5. Kırmızı Bayrakları Görmezden Gelmek: Sağlıksız ilişkilere zararını bildiğiniz halde devam etmek.

Duygusal Bağımlılıktan Kurtulmanın Yolları

  1. Kalıbı Fark Edin
    İlk adım, duygusal bağımlılığı fark etmek ve kabul etmektir. İlişkilerinizi ve duygusal deneyimlerinizi gözden geçirin. Sürekli çatışma, reddedilme ya da ihtiyaç hissi gibi tekrar eden temalar var mı? Bu kalıpları tespit etmek değişim için temel bir adımdır.
  2. Kök Nedenleri Anlayın
    Duygusal bağımlılık genellikle çocuklukta yaşanan ihmal, terk edilme ya da duygusal güven eksikliğinden kaynaklanır. Terapinin ya da öz farkındalığın yardımıyla bu kökenleri keşfedebilir ve bağımlılıklarınıza anlam kazandırabilirsiniz.
  3. Duygusal Farkındalık Geliştirin
    Farkındalık uygulamaları yaparak, duygusal tetikleyicilerinizi yargılamadan gözlemleyin. Eski kalıplara çekildiğinizi fark ettiğinizde, farklı bir seçim yapma gücünüz olduğunu hatırlayın.
  4. Duygusal Bağımsızlık İnşa Edin
    Kendilik değerini dışsal onaya dayandırmadan geliştirin. Size mutluluk ve tatmin getiren hobiler, öz bakım rutinleri ya da yeni becerilerle dolu bir yaşam oluşturun. Amaç, başkalarına bağımlı olmadan anlamlı bir yaşam yaratmaktır.
  5. Sağlıklı Sınırlar Belirleyin
    Duygusal bağımlılığı sürdüren ilişkilere ya da durumlara “hayır” demeyi öğrenin. Sınır koymak, duygusal enerjinizi korur ve daha sağlıklı etkileşimler için alan yaratır.
  6. Profesyonel Destek Alın
    Bir terapistle çalışmak, duygusal bağımlılığı kırmada son derece değerli olabilir. EMDR ya da Psikodinamik Psikoterapi, Şema Terapi gibi yöntemler, derin yaraları ele alarak olumsuz kalıpları yeniden şekillendirebilir.
  7. Sağlıklı İlişkilerle Çevrenizi Sarın
    Büyümenizi destekleyen ve sınırlarınıza saygı duyan insanlarla bir arada olun. Sağlıklı ilişkiler, duygusal bağımlılıktan kurtulmanız için gerekli olan dengeyi ve desteği sağlar.
  8. Kendinize Şefkat Gösterin
    Bu süreç boyunca kendinize karşı nazik olun. Duygusal bağımlılığı aşmak zordur ve ilerlemenizi takdir etmek, küçük zaferleri kutlamak önemlidir.

Terapinin Duygusal Bağımlılıktaki Rolü

Terapiler, duygusal bağımlılığı besleyen kalıpları anlamanıza ve çözmenize yardımcı olabilir. Psikodinamik terapi, bağımlılığınızın bilinçdışı kökenlerine inerken, bilişsel-davranışçı terapi (BDT) olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmek için araçlar sunar. Ayrıca, mindfulness tabanlı yaklaşımlar duygusal tetikleyicilere daha sağlıklı bir şekilde yanıt vermenizi öğretir.


Sonuç

Duygusal bağımlılıktan kurtulmak, duyguları bastırmak değil, onları anlamak ve iyileştirmekle ilgilidir. Bu, öz farkındalık, öz şefkat ve kişisel gelişim yolculuğudur. Zararlı kalıplardan kurtulup duygusal bağımsızlık geliştirdikçe, içsel özgürlüğün ve tatminin sizi nasıl bulduğunu göreceksiniz.

İlk adımı atmaya hazırsanız, uzman bir terapistten destek almayı düşünebilirsiniz. Unutmayın, şifa bir süreçtir ve atılan her küçük adım sizi özgürlüğünüze biraz daha yaklaştırır.


Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

Kaynaklar:

  • Carnes, P. (2018). The Betrayal Bond: Breaking Free of Exploitive Relationships. Health Communications, Inc.
  • Levine, A., & Heller, R. (2010). Attached: The New Science of Adult Attachment and How It Can Help You Find – and Keep – Love. Penguin Publishing Group.
  • Van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. Viking.
Devamı
featured_image

Psikolojik Dayanıklılık Nedir

Yazar: Tuğçe Turanlar16 Kasım 2024 İlişkiler ve Psikoloji, Sınırlar ve Öz-Şefkat0 Yorum

Zorluklar ve stres, hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bazı bireyler, krizler karşısında hızla toparlanıp güçlenebilirken, diğerleri daha fazla zorlanır. Bu farkın temelinde, psikolojik dayanıklılık (resilience) yatmaktadır. Peki, psikolojik dayanıklılık tam olarak nedir ve nasıl geliştirilebilir?

Psikolojik Dayanıklılık

Psikolojik dayanıklılık, bireyin stres, travma, kayıp, hastalık gibi zorluklar karşısında esnek kalabilme, toparlanabilme ve bu deneyimlerden güçlenerek çıkabilme kapasitesidir. Psikolojik dayanıklılık, zorluklardan kaçmak değil; onlarla yüzleşerek uyum sağlamak anlamına gelir.

Amerikan Psikoloji Derneği’ne (APA) göre psikolojik dayanıklılık, bir bireyin hem fiziksel hem de duygusal olarak esnek olmasını sağlayan bir dizi düşünce ve davranış modelinden oluşur (American Psychological Association, 2012).

Psikolojik Dayanıklılığı Etkileyen Faktörler

Dayanıklılık, yalnızca doğuştan gelen bir özellik değildir; çevresel ve kişisel faktörlerle de şekillenir. Bu faktörlerden bazıları şunlardır:

• Destek Sistemleri: Aile, arkadaşlar veya topluluk desteği, zorluklarla başa çıkmada kritik bir rol oynar.

• Bilişsel Esneklik: Problemlere farklı açılardan bakabilme yeteneği, dayanıklılığı artırır.

• İçsel Güç: Bireyin kendine olan güveni ve problem çözme becerileri, kriz anlarında toparlanmayı kolaylaştırır.

• Amaç Duygusu: Hayatta bir anlam ve amaç hissine sahip olmak, bireyi güçlü tutar.

Hayatta Karşılaşılan Zorluklarla Başa Çıkma Yolları

Psikolojik dayanıklılığı artırmak ve hayatın zorluklarıyla daha etkili bir şekilde başa çıkmak için aşağıdaki stratejileri kullanabilirsiniz:

1. Destek Sistemlerinizi Güçlendirin

Sosyal ilişkiler, dayanıklılığın temel taşlarından biridir. Duygularınızı paylaşabileceğiniz güvenilir bir arkadaş veya aile üyesine sahip olmak, stresle başa çıkmayı kolaylaştırır. Topluluk etkinliklerine katılmak veya bir destek grubu bulmak da faydalı olabilir.

2. Duygularınızı Kabul Edin

Zorluklar karşısında hissettiğiniz stres, üzüntü veya öfke gibi duyguları bastırmak yerine kabul etmek önemlidir. Bu duyguları anlamak ve yönetmek, daha sağlıklı bir zihinsel duruma ulaşmanıza yardımcı olur.

3. Esnek Bir Düşünce Yapısı Geliştirin

Her zorluk, aynı zamanda bir öğrenme fırsatı sunar. Olaylara sadece olumsuz yönlerinden değil, büyüme fırsatları açısından da bakmaya çalışın. Örneğin, bir iş kaybı yeni kariyer fırsatları yaratabilir.

4. Fiziksel Sağlığınıza Özen Gösterin

Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve yeterli uyku, dayanıklılığı artırmada büyük rol oynar. Fiziksel olarak güçlü bir beden, zihinsel olarak da daha esnek olmanıza yardımcı olur.

5. Kendi Hikayenizi Yeniden Yazın

Olumsuz geçmiş deneyimlerinizi yeniden çerçevelendirin. Kendinize, “Bu durumdan ne öğrendim?” veya “Bu zorluğun bana kattığı olumlu bir şey var mı?” gibi sorular sorun.

6. Stres Yönetimi Tekniklerini Öğrenin

Meditasyon, nefes egzersizleri veya farkındalık (mindfulness) teknikleri, stres düzeyinizi azaltmada etkili araçlardır.

7. Küçük Hedefler Belirleyin

Büyük bir problemi tek seferde çözmek yerine, onu küçük, yönetilebilir parçalara bölün. Bu, hem başarma hissinizi artırır hem de stresinizi azaltır.

Sonuç

Psikolojik dayanıklılık, hayattaki zorluklara karşı bir kalkan değil, onları aşabilmek için sahip olduğunuz bir rehberdir. Dayanıklılık geliştikçe, sadece zorluklara karşı daha güçlü olmakla kalmaz, aynı zamanda bu zorluklardan öğrenerek büyürsünüz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Yule Psikoloji

Kaynakça:

• American Psychological Association. (2012). Building your resilience. Retrieved from apa.org.

• Southwick, S. M., & Charney, D. S. (2012). Resilience: The Science of Mastering Life’s Greatest Challenges. Cambridge University Press.

• Bonanno, G. A. (2004). Loss, trauma, and human resilience: Have we underestimated the human capacity to thrive after extremely aversive events? American Psychologist, 59(1), 20-28.

Devamı

Instagram

Görmezden Gelen Ebeveynin Çocuğu Olmak ❤️‍🩹Çocuklukta ebeveyn tarafından duygusal olarak görülmemek, yani duygusal ihmal, bireyin benlik algısı, duygularını düzenleme becerisi ve ilişkilerinde derin izler bırakır.

* Çocuklukta: Temel ihtiyaçlar karşılanır ama duygusal sıcaklık, aynalanma ve düzenleyici ilişki deneyimi eksik kalır. Çocuk, sessizlikle kabul edilmeyi öğrenir. Bu da içe kapanma, yalnızlık ve yetersizlik duygularına yol açar.

* Yetişkinlikte: Duygularını ifade etmekte zorlanma, ya bastırma ya da yoğun ve kontrolsüz dışavurum şeklinde görülür. İlişkilerde aşırı uyum sağlama veya duygusal mesafe koyma eğilimleri gelişebilir. Karar vermede güçlük, onay arayışı, kaygı ve depresyon gibi sorunlar sık görülür.

* Onay ihtiyacı: Görülmeyen çocuk, yetişkin olduğunda değeri onay üzerinden tanımlar. Bu ya pasif bir uyum (sessizlik, memnun etme) ya da aktif bir onay arayışı (mükemmeliyetçilik, sürekli doğru olma çabası) olarak ortaya çıkar.

* İyileşme: Duyguların fark edilmesi, adlandırılması, öz-şefkat, sınır koyma ve kendini ifade etme becerilerinin güçlendirilmesiyle mümkündür. Güvenli ve düzenleyici ilişkiler, özsaygıyı ve duygu düzenleme kapasitesini destekler.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Bağlanma stilleri, ayrılıkla başa çıkma biç Bağlanma stilleri, ayrılıkla başa çıkma biçimimizi önemli ölçüde şekillendirir. Bu farkındalık, yaşanan tepkilerin kişisel bir yetersizlik değil, geçmişten gelen bağlanma dinamiklerinin doğal bir yansıması olduğunu hatırlatır. Kendi bağlanma stilimizi tanımak, hem ayrılık sürecinde duygularımızı anlamlandırmamıza hem de gelecekte daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza katkı sağlar.

Güvenli Bağlanma

* Yakınlıktan korkmaz, duygularını ifade eder.
* Ayrılıkta üzüntüyü kabul eder, sosyal destekle iyileşmeye yönelir.
* Daha hızlı toparlanır ve sağlıklı ilişkiler kurma olasılığı yüksektir.

Kaygılı Bağlanma
* Reddedilme korkusu taşır, partneri kaybetmemek için yoğun çaba gösterir.
* Ayrılık sonrası yoğun acı, çaresizlik ve takıntılı düşünceler yaşar.
* Eski partnerle teması sürdürme girişimleri sık görülür.

Kaçıngan Bağlanma
* Yakınlıktan rahatsız olur, duygusal bağı sınırlı tutar.
* Ayrılık sonrası soğukkanlı görünür, acıyı bastırmaya çalışır.
* Bastırılan duygular uzun vadede yalnızlık ya da öfke olarak geri döner.

Korkulu-Kaçıngan Bağlanma
* Hem yakınlık ister hem de reddedilmekten korkar.
* Ayrılıkta duyguları dalgalanır; özlem ve öfke arasında gidip gelir.
* Bu çelişkiler iyileşmeyi ve yeni ilişkileri zorlaştırır.

Ortak Noktalar 🌹
* Ayrılık bir kayıp deneyimidir ve yas süreciyle benzerlik gösterir.
* Benlik algısı sarsılabilir, kişi değerini sorgulayabilir.
* Zamanla çoğu birey ayrılığı kabullenir ve yeni başlangıçlar yapar.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Mikro aldatma, ilişkilerde sadakatin yalnızca fi Mikro aldatma, ilişkilerde sadakatin yalnızca fiziksel sınırlarla değil, duygusal ve dijital alanlarla da şekillendiğini ortaya koyan bir kavramdır. 

Sosyal medyada flörtöz etkileşimler, eski sevgiliyle gizli mesajlaşmalar ya da partnerden saklanan yakınlıklar, görünürde küçük olsa da güveni zedeleyebilir. Bu davranışların ortak özelliği gizlilik, duygusal yatırım ve ilgi odağının partnerden başkasına kaymasıdır. Bu nedenle mikro aldatma, ilişkilerde belirsizlik ve güvensizlik duygularını tetikleyerek büyük krizlere yol açabilir❤️‍🩹

Bununla birlikte, her davranışın mikro aldatma sayılıp sayılmayacağı çiftlerin ortak sınırlarına bağlıdır. Bazı ilişkilerde eski sevgiliyle iletişim önemsiz görülebilirken, başka bir ilişkide bu durum ciddi bir güven sorununa dönüşebilir. Bu nedenle mikro aldatmayı anlamanın anahtarı, partnerlerin açık iletişim kurması, sınırlarını netleştirmesi ve birbirlerinin hassasiyetlerini gözetmesidir. Şeffaflık ve empati, mikro aldatmanın ilişkilerde yıkıcı bir tehdit olmaktan çıkıp, güveni güçlendiren bir farkındalık alanına dönüşmesini sağlayabilir 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
🥀 Erkek Narsisizm mi, Dişi Narsisizm mi? Aşa 🥀 Erkek Narsisizm mi, Dişi Narsisizm mi?

Aşağıdaki cümlelerden hangileri size daha tanıdık geliyor?

1. Başkalarının hayranlığına ihtiyaç duyarım ve bu benim değerimi kanıtlar.
2. Çoğu zaman empati kurmakta zorlanırım ve mesafeli dururum.
3. İlişkilerde kontrolün bende olmasını isterim.
4. Kendimi çoğu zaman kurban gibi hissederim.
5. Kabul görmek için uyum sağlarım, bazen de kendimden vazgeçerim.
6. Partnerimin başarılarını ve güçlü yanlarını kendi kimliğime katmaya çalışırım.

👉 Eğer daha çok 1-2-3 size uyuyorsa, erkek narsisizmine özgü yönler sizde daha baskın olabilir.

👉 Eğer daha çok 4-5-6 size uyuyorsa, dişi narsisizme özgü yönler sizde daha fazla olabilir.

(Bu test bir tanı aracı değildir; sadece farkındalık yaratmayı amaçlar.)

Barbel Wardetzki, Almanya’da narsisizm üzerine çalışan terapist ve yazar. Onun “Dişi ve Erkek Narsisizm” diye yaptığı ayrım, biyolojik cinsiyetten çok narsisizmin iki farklı dışavurum biçimini anlatıyor:

1. “Erkek narsisizm” (männlicher Narzissmus)

* Daha çok gösterişli, dışa dönük, üstünlük vurgulu bir tarzı ifade eder.
* Tipik özellikler: kibir, grandiyözlük, başarıya ve güce odaklanma, sürekli takdir arama.
* Dışarıdan güçlü, etkileyici, hatta “dokunulmaz” görünür.
* Yani bu daha çok toplumun “maskülen güç” imgeleriyle örtüşüyor.

2. “Dişi narsisizm” (weiblicher Narzissmus)

* Daha çok ilişki odaklı, bağımlı, onay arayışlı bir narsisizm biçimi.
* Tipik özellikler: sürekli sevilme, kabul görme, vazgeçilmez olma ihtiyacı; fedakârlık yaparak değer kazanma çabası.
* Dışarıdan uyumlu, alçakgönüllü biri gibi görünebilir ama altında derin bir değersizlik ve onaylanma açlığı vardır.
* Bu da toplumun “feminen uyum” beklentileriyle bağlantılıdır.

👉 Wardetzki’nin asıl vurgusu şu: Her iki biçim de özde aynı narsisistik yarayı (değersizlik ve reddedilme korkusu) saklar, sadece toplumda öğrenilen rollere göre farklı maskelerle dışa vurulur.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
❤️‍🩹 Duygu köprüsü, geçmişte yaşadığımız yoğun bir duygunun, bugün benzer bir durumla karşılaştığımızda yeniden tetiklenmesidir. 

İlişkinizdeki Duygu Köprüsünü Keşfetmek İçin Kendinize Aşağıdaki Soruları Sorabilirsiniz

Partnerimin bu davranışı bende hangi duyguyu tetikledi?

Bu duyguyu ilk kez hayatımda ne zaman hissetmiştim?

Geçmişte bu duyguyu hissettiğim olay kiminle yaşanmıştı?

Şu anki tepkim gerçekten bugünkü duruma mı ait?

Bu farkındalık, ilişkide nasıl daha sağlıklı bir tepki vermeme yardımcı olabilir?

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar 

#psikoloji
🍃 Travmatik bağlanmayı kişisel farkındalık 🍃 Travmatik bağlanmayı kişisel farkındalık açısından anlamak için üç parçaya ayıralım:

1. Döngüyü tanımak

Travmatik bağlanmada ilişkiler genelde şu döngüyü izler:
1. Yakınlık / balayı dönemi → Partner çok sevgi dolu, özel hissettiriyor.
2. Gerginlik → Eleştiri, uzaklaşma, küçümseme başlıyor.
3. İncitme → Kötü davranış, ihanet, şiddet, duygusal manipülasyon.
4. Telafi → Özür, sevgi gösterileri, “bir daha olmayacak” sözleri.
5. Döngü tekrar başlar.

Soru: Sizin deneyiminizde bu tür iniş-çıkışlar olmuş muydu? Varsa, genelde hangi aşamada ilişkiye daha çok tutunma hissi geliyordu?

2. Bağlılığı güçlendiren psikolojik mekanizmalar

* Dopamin ve adrenalin dalgalanmaları: Yoğun kötü-iyi geçişleri beynin ödül sistemini etkiler.
* Umut bağı: “Bir gün hep iyi olacak” beklentisi.
* Kendi değer algısının bağa bağlanması: “O beni severse değerliyim” inancı.
* Yalnızlık ve korku: İlişkinin bitmesinin yarattığı boşluk korkusu.

Mini farkındalık çalışması: 1 dakika boyunca gözlerinizi kapatıp şunu fark edin: “Onu düşününce midemde/kalbimde/hissiyatımda nasıl bir duygu ya da gerginlik oluyor?”

3. Döngüyü kırmaya yönelik ilk farkındalık adımları

* Gerçeklik listesi tut: Onun hem iyi hem kötü anlarını tarafsızca yazmak, zihnin sadece “iyi” anlara tutunmasını dengeler.
* İçsel ihtiyaçları keşfet: Bu bağ, hangi çocukluk ihtiyacını (güven, onay, sevgi) tetikliyor?
* Destek ağı: Güvendiğin kişilerle yaşadığın döngüyü konuşmak, yalnızlık hissini azaltır.
* Küçük kopuş pratikleri: Tamamen kopmak zor geliyorsa, önce mesajlaşma süresini, görüşme sıklığını kademeli azaltmak.

Umarım bu bilgiler yolunuzu aydınlatmaya yardımcı olur 🩵

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Instagram'da takip et

Etiketler

Bağımlılık Bireysel psikoterapi depresyon Dopamin EMDR Terapisi Freud Gottman Çift Terapisi ilişki Jung Kişilik Bozuklukları Kişisel Gelişim narsist Nörobilim Online EMDR Online psikolog Online Psikoterapi Psikanaliz Psikodinamik Psikoterapi Rüya travma Travma Bağı Travma Sonrası Tepkiler Çift Terapisi İlişkiler

Son Eklenenler

  • Ayrılık ve Bağlanma Stilleri: Hangi Tepkiler Sizi Bekliyor?
  • Mutluluk Korkusu: Neden Bazı İnsanlar Mutluluk Hissinden Kaçar?
  • Mikro Aldatma ve İlişkiler
  • Dişi ve Erkek Narsisizm: İlişkilerde İki Farklı Yüz
  • İlişkilerde Pygmalion Etkisi: Beklentilerimiz Bizi Nasıl Şekillendirir?
  • Kuşaklararası Travma Aktarımı

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinin içeriği ve uygulamaları, sadece bilgilendirme ve eğitim amaçlı olup, herhangi bir şekilde tıbbi öneri verme veya herhangi bir danışan sağlama amacı ile oluşturulmamıştır. Sitemizde yer alan alıntı ve görüşler açıkça belirtilmediği takdirde resmi görüşlerini yansıtmamaktadır. Yazılı izin alınmaksızın kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz