
Sınav Kaygısı ve Başa Çıkma Yöntemleri
Sınav Kaygısı: Sınav öncesinde öğrenilen bilgilerin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun duygu durumudur.
- Yaklaşan sınavlar hakkında aşırı endişe
- Değerlendirilme korkusu
- Birçok öğrenci tarafından yaşanılabilir
- Gizemli ya da anlaması zor değildi
- Doğru öneriler ve planlar ile yönetilebilir
Sınav Kaygısı Belirtileri
Fiziksel Belirtiler; baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, vücut sıcaklığında aşırı değişiklikler, nefes darlığı, kalp çarpıntısı, aşırı terleme, karın ağrısı.
Duygusal belirtiler; aşırı korku duygusu, hayal kırıklığı, öfke, depresyon, kontrolsüz ağlama veya gülme, çaresizlik hissi.
Davranışsal belirtiler; yerinde duramama, kaçınma, sınavı yarım bırakma, ders çalışmayı erteleme, aşırı çalışma, yetersiz beslenme, aşırı ya da çok az uyuma, tırnak yeme. ¢
Bilişsel belirtiler; odaklanma güçlüğü, olumsuz düşünceler, unutkanlık, çeşitli düşünceler arasında gidip gelme, kararsızlık, sınav bittikten sonra doğru cevapları hatırlama.
SINAV KAYGISININ SEBEPLERİ NELER OLABİLİR?
Yaşam şekli;
- Yetersiz dinlenme
- Kötü beslenme
- Birden fazla uyarıcıya maruz kalma
- Etkisiz egzersiz
- Zamanı etkin kullanamama
- Yanlış ders çalışma alışkanlıkları
Bilgi ihtiyacı;
- Sınav olma stratejileri,
- Akademik bilgi
- Öğretmenin beklentileri
- Sınav günü ve sınav yeri
Uyarıcı kullanımı;
Aşırı kafein tüketimi
Ders çalışma alışkanlıkları;
- Bütün kitabı ezberlemeye çalışma
- Sınavlardan önceki tüm gece ders çalışma
- Aşırı çalışma
- Anlamadan okuma
- Not almama
- Tekrar yapmama Ø
- Ders çalışmama
Psikolojik faktörler;
- Olumsuz düşünce ve kendini eleştirme
- Sınav ve sonuçları hakkında gerçekçi olmayan düşünceler
- Mantıksız inanışlar ( sınavı geçemezsem ailem beni eve almayacak)
- Mantıksız istekler (100 alamazsam ben bir hiçim)
- Ne yaparsam yapayım başaramayacağım.
Aile baskısı;
- Ailenin yüksek beklenti içinde olması.
DÜŞÜNMEYİ DÜŞÜNMEK
- Sınav kaygısı için gerçekçi düşünmek;
- Bir durumu bir sonuca varmadan önce tüm yönleriyle düşünmek.
- Düşüncelerimizin hislerimiz üzerinde büyük bir etkisi vardır. Ne zaman bir şeyin kötü sonuçlanacağını düşünsek ( sınavda başarısız olmak gibi ) kaygılı hissederiz.
- Örneğin; Kendinizi matematik sınavında hayal edin. Başarısız olacağınızı düşünürseniz korku ve endişe hissedersiniz. Ancak sınavı geçeceğinizi düşünürseniz sakin kalırsınız.
KAYGIYA SEBEP OLAN DÜŞÜNCELERİNİ TANIMLA
Kaygılanmaya başladığın an kendine sor;
- Şu an ne düşünüyorum?
- Kaygıyı hissetmeme sebep olan ne?
- Endişelendiğim zaman ne olacak ?
- Olmasını beklediğim kötü şey nedir ?
KAYGINIZA MEYDAN OKUYUN
Herhangi bir şey hakkında düşünmek onun doğru olduğu ya da gerçekleşeceği anlamına gelmez.
Örneğin; Sınavda başarısız olacağını düşünmek, gerçekten başarısız olacağın anlamına gelmez. Düşüncelerimiz sadece tahmindir, gerçekle ilgisi yoktur.
“Kaygıyı hissetmemizin sebebi düşünce tuzakları olabilir.“
DÜŞÜNCE TUZAKLARI VE SINAV KAYGISI
Geleceği tahmin etmek;
- Yaşadığımız gerçeklikte geleceği tahmin edemeyiz çünkü sihirli bir küreye sahip değiliz.
- “ Asla başaramayacağımı biliyorum.” “ Matematik sınavını asla geçemeyeceğim.”
Siyah ve beyaz düşünme;
Bir şey yalnızca siyah ya da beyaz, kötü ya da iyi değildir. Her zaman ortası da vardır.
Örneğin; sadece bir sınavı kaçırmak, o dersteki tüm sınavları kaçıracağın anlamına gelmez. Sıradaki sınavlarda daha dikkatli olmak sorunu çözecektir.
“ İyi bir not alamazsam, tamamen başarısız olacağım.”
Akıl okuma ;
- “Diğer insanlar benim başarısız olacağımı düşünüyor.”
- Kimse akıl okuyamaz ve diğerlerinin hakkımızda ne düşündüğünü bilemeyiz.
- “ Herkes aptal olduğumu düşünüyor.”
- “ Öğretmen beni sevmiyor.”
Aşırı genelleme;
“ Her zaman” ve “Asla”
Bazen hata yaparız ama bu her zaman hata yapacağımız anlamına gelmez. “ Asla bu sınavı geçemeyeceğim.” “ Derslerimde her zaman başarısız olurum.”
Etiketleme;
Kendimizi tanımlamak için kullandığımız negatif kelimeler.
Kendimizi bir kelime ile özetleyemeyecek kadar karmaşığız !
- “ Ben bir zavallıyım.” “ Ben bir aptalım.”
Filtreleme;
- Dikkatimizi sadece kötü şeylere vererek, iyileri göz ardı ederiz.
- Örneğin bir sınavda 32 soruyu doğru yaptığın halde boş bıraktığın 3 soru yüzünden kötü not alacağına inanırsın.
Sonu kötü bitecek düşüncesi;
- En kötü durumu hayal edip onunla başa çıkamayacağını düşünmek.
- Ancak genellikle kötü bir durumla karşılaşmayız, öyle bile olsa durumun üstesinden gelebiliriz.
- “Aptal gibi görüneceğim. Diğer çocuklar bana gülecek ve ben de utancımdan öleceğim.”
SINAV KAYGISI İLE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ
“Negatif düşüncelere meydan oku!“
Örneğin; Yarın çok önemli bir fizik sınavın var. Sınavla ilgili yoğun kaygılar yaşıyorsun. Başarısız olacağını düşünüyorsun.
Kendine şu soruları sor;
Düşünce tuzaklarına mı düşüyorum?
Evet, geleceği tahmin etmeye çalışıyorum. Sınava girmeden kötü biteceğini düşünüyorum. Ancak hala başarısız olacağımı düşünüyorum.
Gerçekler yerine hislerimle mi düşünüyorum?
Başarısız olacağımı düşünüyor olabilirim ancak bunu destekleyecek bir kanıtım yok. Bu sınav için hazırlandım. Daha önceki sınavlarımda da başarılı olmuştum.
- Başarısız olacağıma 100% emin miyim?
- Hayır, ama ya olursam ?
En kötü ne olabilir? En kötüsü olursa bununla nasıl başa çıkabilirim?
En kötüsü, sınavda başarısız olurum. Hayal kırıklığına uğrarım. Ancak bu dünyanın sonu değil. Nerde yanlış yaptığımı öğretmenime sorarım ve notumu yükseltmek için doğru şekilde çalışırım.
GERÇEKÇİ DÜŞÜNMEK VE SINAV KAYGISI
- Matematik sınavı yarın
- Kaygı veya endişe; matematikte iyi değilim. Başarısız olacağım. Asla bu sınavı geçemeyeceğim.
- Gerçekçi düşünceler; yarın elimden gelenin en iyisini yapacağım. Geleceği göremem, bu yüzden başarısız olacağımdan da emin değilim. Son sınavı geçmiştim. Ödevlerimi her zaman yaparım. İyi bir not almasam bile, sınavı geçebilirim.
SINAV KAYGISININ ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN YAPMAN VE YAPMAMAN GEREKENLER
YAP!
- Kendine bunun sadece bir sınav olduğunu hatırlat.
- Kendini sınavdan sonra yemek, sinema ya da diğer sevdiğin şeylerle ödüllendir..
Sınavdan önceki son saat kendini rahatlat
Kendine elinden geleni yapacağını ve bunun yeterli olduğunu söyle.
YAPMA!
Kendin ve sınav hakkında olumsuz düşüncelere kapılma.
Sınava aşırı çalışma. Yaşadığın strese değmez.
- Sınavdan önceki gece geç saatlere kadar çalışma. Uyumaya ihtiyacın var.
- Sınav günü seni strese sokan öğrencilerle vakit geçirme.
- Sınava az süre kala rahatla ve hoşuna gidebilecek şeyler oku. (örn; mizah dergisi)
SINAV KAYGISINI AZALTMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ
Sınavdan önceki haftalarda;
- Çalışma alışkanlıkları; sınavlara son dakika çalışmak yerine dönem boyunca çalışmayı dene
- Etkili not almayı öğren
- Ders çalışırken ara vermeyi unutma
- Zaman yönetiminin nasıl yapılacağını öğren ve bununla ilgili pratik yap
- İyi beslen ve düzenli egzersiz yap
- Sosyal aktivitelerin, egzersizlerin ve ders çalışma saatlerinle ilgili dengeli bir program yap
- Uykunu iyi al
- Gerçekçi hedefler koy
Sınav günü;
- Sağlıklı yemekler ye. Tıka basa doyma.
- Kafeini fazla tüketme. Çünkü kafein yan etkilere sebep olabilir. Örneğin; kalp atışını hızlandırma , karın ağrısı, kaygıyı arttırma, baş ağrısı.
- Sınav yerine erken git
- Sınavdan önceki son saat rahatlamaya çalış.
- Son dakika çalışması aklını karıştırabilir.
- Sınavın başlamasını beklerlerken kaygın artarsa, sınav sonrası yapacağın eğlenceli şeyleri düşün.
- Sınav süresince; İlk olarak yönergeyi oku, tüm sınavı gözden geçir, tekrar yönergeyi oku. Sınavı, bildiklerini göstermek için bir fırsat olarak düşün.
- Zamanı etkili bir şekilde kullan. Önce kolay sorulardan başla. Böylece kendine olan güvenin artar ve kaygın azalır.
- Sınav temponu ayarla. Geride mi kalıyorsun yoksa hızlı mı gidiyorsun kontrol et.
- Sınavı bitiremeyeceğini düşünüyorsan, doğru cevapladığın sorulara odaklan.
- Zamanın varsa cevaplarını gözden geçir ve tekrar kontrol et.
Kaygın sınav performansını etkilemeye başlarsa;
- Kalemi masaya koy ve rahatla. Yavaşça nefes al. Gözlerini birkaç dakika kapalı tut. Ellerini masaya koy ve omuzlarını hareket ettir. Kafanı yavaşça sağa ve sola çevir. Kendine pozitif ve cesaretlendirici şeyler söyle. Kendini mutlu olabileceğin bir yerde hayal et.
Sınavdan sonra;
- Deneyiminden bir şeyler öğren
- Sınav kaygını neyin azalttığını ya da yükselttiğini not al. Böylece kaygını azaltmak için yeni bir plan yapabilirsin.
- Kendine iyi davran ve kendini ödüllendir.
AİLELER
- Gerçekçi olmalı ve çocukları diğer öğrencilerle karşılaştırmamalıdır.
- Sınav hakkında konuşurken kelimeleri dikkatli seçmelidir.
- Çocuklara güven ve sorumluluk vermelidir.
- Empati kurmak önemlidir.
- Sınavı hayat meselesi haline getirmemelidir.
- Çocuklar koşulsuz sevilmelidir.
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
Randevu için iletişime geçebilirsiniz.
Devamı

Göç ve göçün psikolojik etkileri
Göç
Göç, birçok nedenden ötürü insanların kendi yaşam yerlerinden kopup kendilerine yeni yerleşim yeri bulmalarıdır. Göçün belli, başlı sebepleri: savaş, dini sebepler, ekonomik sebepler, siyasal sebepler, ailevi sebeplerdir. Göçün sebeplerine bakıldığında itici nedenler, çekici nedenler ve iletici nedenler olmak üzere üç çeşit neden sayılmaktadır. İtici nedenler, içinde bulundukları durumun kendi hayat yaşantıları açısından uygun olmadığını düşündükleri yaşam şeklidir. Çekici nedenler ise şehir hayatının teknolojik rahatlıkları, hayat refahı, yaşam standartlarının yüksekliği vb. birçok şeydir. İletici nedenler ulaşım ağının gelişmesi, kitle iletişim araçlarıyla dış dünyanın insanların bilgisine sunulması ve bu sayede insanların farkındalığının artması olayıdır (Ceylan, 2012). Sayılan bu nedenlerin dışında birde terör nedeniyle yaşanan zorunlu göç gerçeği vardır.
Uzaklık ölçütüne göre tanımlanan iki türlü göç vardır: İç göç ve dış göç. Mültecilik ülkeler arasında farklı tanımlanmakla birlikte, uluslararası anlaşmalarda zorunlu iç göçmenlikle ilgili herhangi bir maddeye rastlanmamaktadır. Oysa dünya genelinde 25 milyondan fazla insanın bu tür bir göçe maruz kaldığı ve sayılarının gittikçe artarak mültecileri aştığı belirtilmektedir. Gerek zorunlu iç göçmenler gerekse mülteciler benzer nedenlerle göçe zorlanmalarına karşın, mülteciler daha fazla uluslararası destek görmektedir. Oysa var olan tanımlamalarda iki grubu ayıran tek önemli vurgu uluslararası sınırların geçilmesidir (Ceylan,2012).
Göç Türleri
Göçler “gönüllü göçler” ve “zorunlu göçler” olarak ikiye ayrılır. Gönüllü göç, insanların kendi istekleri ve beklentileri doğrultusunda, bir kentten diğerine ya da bölgeye olan yer değiştirmelerdir (Özkalp, 1990). Gönüllü göçün özelliği bireyin isteğine bağlı olmasıdır; fakat bu isteği yaratan, genellikle göç edilen yerdeki ekonomik ve sosyal koşulların zorlamasıdır. Zorunlu göç ise, bireylerin özgün yaşam alanından zorunlu ve elinde olmayan nedenlerle kopmak durumunda bırakılmasıdır (Gürel, 2001).
Göç ve psikolojik etkileri
Genellikle birinci kuşak göçmenler değerlerini korurlarken bunların çocukları olan ikinci kuşak göçmenler, yüksek taklit yetenekleri sayesinde kent şivesini, kentli giyim tarzını çabuk öğrenirler; fakat kentli yaşıtları ile daha çok benzeşebilecekleri başka ortak yönler bulamazlar. Bir yandan, aileleri tarafından kendi kültürlerinden uzaklaşmakla suçlanırlarken öte yandan da toplum tarafından kent yaşamına uyum sağlamaları beklenmektedir. İkinci kuşak göçmen için bu kargaşa ortamından kaçmanın en kolay yolu uyuşturucu maddelere ve alkole sığınmaktır. Göç alan yerleşim yerlerinde yapılan çalışmalara göre uyuşturucu madde ve alkol kullanımı açısından bir sıralama yapılırsa; ikinci kuşak göçmenlerin birinci (en çok kullanan), yerli halkın ikinci ve birinci kuşak göçmenlerin üçüncü sırada olduğunu göstermiştir (Balcıoğlu ve diğerleri, 2001).
Göç eden bireylerin içinde bulunduğu “kayıp” duygusu psikolojik olarak olumsuz yönde etkilenmelerine sebep olacaktır. Aile bağları ve arkadaşlık ilişkilerindeki kopma, kültürel ve gündelik yaşam biçimindeki değişimler gibi birçok neden kayıp duygusuna etki edecektir. Göç eden bireyler kendi kültürel değerlerini de yanlarında taşıyacaklardır. Ancak diğer kültür ile uyum sağlanamazsa birey kendisini yalnız hissedecek ve diğerleri tarafından ötekileştirilecektir. Bunun psikolojik sonuçları doğrultusunda, saldırganlık, içe kapanıklık, duyarsızlık gibi davranış bozuklukları ortaya çıkma ihtimali doğacaktır.
Meksikalı göçmen işçiler ile yapılan çalışmada, yeni kültüre uyum sağlayamayan göçmenlerde anksiyete ve stres düzeylerinin yüksek olduğu ve bunun sonucunda yüksek düzeyde depresyon görülmüştür. Aynı çalışmada göçmenlerin yaşadıkları anksiyete ile ilişkili değişkenlerin, düşük benlik saygısı, etkisiz sosyal destek, göçmenlerin normal yaşam tarzına katılmalarındaki engeller, düşük eğitim düzeyi ve yüksek düzeyde kültüre uyum sağlayamama kaynaklı stres olduğu bildirilmektedir (Tuzcu ve Bademli, 2014). Strese verilen yanıt ve hastalıklarda göçmenlerin sosyal kaynakları belirleyici olabilir ve karşılaşılan zorluk derecesi de etkiler. Özellikle ruhsal sağlık üzerindeki etkili olan uyum sürecinde sosyal ağ, cinsiyet, yaş, dil becerileri, eğitim düzeyi, dini inançları, göç nedenleri ve gidilen yerdeki karşılanma biçimi etkili olmaktadır. Sosyal ağ özellikle, göçmenlerin sağlık davranışlarında ve ruhsal sağlıklarında çok önemlidir.
Amerika’da yapılan tanımlayıcı bir çalışmada Bosna ve Kübalı göçmenlerin karşılaştıkları güçlükler ile baş etmede, etkisiz baş etme yöntemi olarak sigara içmeyi kullandıkları ve sigara içme oranlarının yüksek olduğu, erkeklerin kadınlara göre daha fazla sigara içtikleri ve daha fazla alkol tükettikleri belirtilmektedir (Kruseman ve ark. 2003). Ülkemizde yapılan bir çalışmada özellikle zorunlu göçün ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği ve kadın göçmenlerin erkek göçmenlere göre daha fazla duygusal zorlanma yaşadığı ifade edilmektedir (Sır ve ark. 1998). Göç olgusu bireyler açısından stresi arttıran bir olgu olmakla birlikte göçe maruz kalan her birey aynı aşamaları deneyimlemeyebilir. Bu durumda göç eden bireylerin stresle baş etme durumlarının değerlendirilmesi ve etkili baş etme yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Ruh sağlığı açısından bütün göçmenlerin riskli grupta oldukları söylenemez. Yapılan bir çalışmada göçmenler arasında ruhsal durumların farklılık gösterdiği, psikososyal bakım alma konusunda ülkenin sağlık politikalarının etkili olduğu ve göçmenlerin psikososyal bakım arama davranışlarının önemli olduğu belirtilmektedir. Aynı çalışmada göçmenlerin ruh sağlıkları ile ilgili çalışmaların yetersiz olduğu ve göçmenlerin ruh sağlıklarına ilişkin çalışmaların arttırılmasına gereksinim olduğu vurgulanmaktadır( Linderth ve ark. 2008).
Göç ve Çocuk
Göç olgusunun çocuklar ve gençler üzerindeki etkisi incelendiğinde gelişimlerinde ciddi sorunlar yarattığı görülmektedir. Çocuğun ergenlik sorunlarına, yeni yerleşilen yere uyum sağlama çabası eklenmiştir. Köydeki sosyal destek ağlarından yoksun, hayatta kalma mücadelesinin verildiği, değişik ortam ve yeni kültüre uyum sorunlarının yaşandığı durumlarda genç, ön yargı ve dışlanma ile karşılaşmaktadır. Evdeki değerler sistemi ile sokaktaki hayat çatışmaktadır. Bunun sonucunda davranış bozuklukları, şiddet eğilimi, depresyon, okul başarısızlığı gibi bozukluklar kendini gösterebilmektedir. Göç olgusu, dünyaya karşı güvensiz, sürekli tehdit duygusu ile yaşayan, çevresine yabancılaşan ve sonucunda düşmanca duygular beslemeye başlayan çocuk ve gençlerin yetişmesine yol açıyor. Yoksulluğun da etkilediği bu itilmiş ve sindirilmiş gençlik, önümüzdeki yıllarda kentlerde önemli problemler oluşturabilirler. Mesela günümüzde bir ara medyada çok tartışılan gasp, kapkaç gibi olaylar, göçün sonucu oluşan uyum ve ekonomik yetersizliklerden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Özellikle bir grup vasıfsız aile reisleri, kırsal kesimdeki alışkanlıklarını şehirde de sürdürerek, aile geçimini, çocuklarını sokaklarda satıcılık yaptırarak sağlamaktadırlar. Satıcılık yapan bu çocukların çoğu zorunlu eğitim çağındadır. Sokaktaki çocuklar, eğitimden uzaklaşarak her türlü tacize, kaçırılma, öldürülme, yaralanma, suça zorlanma, fiziksel ve psikolojik gelişim bozukluklarına, madde bağımlılığına ve şiddete açık hâle geliyor. Öyle anlaşılıyor ki, çocukların eğitim problemlerinin çözümü, büyük ölçüde ailelerin sosyal, uyum ve ekonomik problemlerinin çözümüne bağlıdır. Çünkü kırsal aile düzeninde çocuğun rolü ve çocuktan beklentiler, şehirde yaşayan aile yapısına göre farklılık göstermektedir. Kırsalda, ekonomik değeri olan işlerde çalışmaya alışmış olan çocuklar, göç ettikleri yeni çevrede de aynı amaçlı, fakat değişik işlerde çalışmak durumunda kalmışlardır. Kırsal kesimde genellikle okul ve eğitim, ikinci plandadır. Göç ettikleri yerlerde, eğitimle ilgili bir gelenek oluşmamışsa, çocuklar bunun önemini kavramakta güçlük çekmektedirler. Ayrıca uyumsuzluk, yoksulluk, yoksunluk ve başarısızlıklar da çocukları eğitimden uzaklaştırmaktadır (Yıldırım, 2011).
Sonuç
İç göçlerin, bahsedilen olumsuz etkilerini en aza indirgemek konusunda alınacak bazı önlemler etkili olabilir. Göç veren yerleşim yerlerinde nüfus hareketlerini azaltmak ve daha durgun bir nüfus yapısına ulaşmak hedeflenmelidir. Göç alan yerleşim yerlerinde ise, devletin tüm kurumları ve sivil toplum kuruluşları, göçle gelen vatandaşların kente uyum sağlaması için işbirliği yapmalıdır. Göçle gelen vatandaşların barınma, eğitim, ruh sağlığı da dâhil olmak üzere sağlık imkânlarına bir an önce kavuşmaları; altyapı hizmetlerinden yararlanabilmeleri ve kalıcı bir iş bulabilmeleri, suça bulaşmamaları açısından önemlidir. Yine göçmen çocuk ve gençlerin, boş zamanlarını spor, hobi vb. faaliyetlerle geçirmeye yönlendirilmesi, madde bağımlılığı ve suç işleme oranlarını düşürecektir. Göç alan yerleşim yerlerinde görev yapan kolluk personeli, neredeyse tüm araştırmalarda ortaya çıkan; “göç alan yerlerde mala karşı suçlar artar” gerçeğini bilmeli ve önleyici kolluk faaliyetlerinin planlanmasında bu hususu dikkate almalıdır.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
REFERANSLAR
Aker, T., Ayata, B., Özeren, M., Buran, B., Bay, A. (2002). Zorunlu iç göç: ruhsal ve toplumsal sonuçları. Anadolu Psikiyatri Dergisi,3,97-103.
Aktürk, A. İ., Yakuboğlu, A., Çelik, D. ve Oral, G. (2013). Kayseri örneği üzerinden kentleşme ve şiddet ilişkisi: İleriye dönük bir projeksiyon, Sosyoloji Dergisi, 3(27), 25-40.
Ay, Y. (2013). İç Göçlerin Emniyet ve Asayişe Etkisi. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 2(1), 35-56.
Balcıoğlu, İ., Doksat, K. ve Tan, O. (2001). “Madde Bağımlılığı Göç ve Suç.” Yeni Symposium 39 (4), 185-191.
Ceylan, Y. (2012). Zorunlu Göç ve Suç İlişkisi (Muş İli Örneği). Akademik Bakış Dergisi, 32.
Erkan, R. ve Erdoğdu, M. (2006). Göç ve Çocuk Suçluluğu. Aile ve Toplum Dergisi, 3(9).
Gürel, S. (2001). “Türkiye’de Göç ve Bütünleşme Sorunsalı”, 21. Yüzyılın Karşısında Kent ve İnsan. Bağlam Yayınları, İstanbul.
Kruseman, M., Stoll B. E. ve Stalder, H. (2003). Interactive group education for refugees from the Former Yugoslavia to reduce their oil consumption. Patient Educ Counss, 49,171-176.
Lindert, J., Schouler-Ocak, M., Heinz, A. ve Priebe, S. (2008). Mental health, health care utilisation of migrants in Europe. Eur Psychiatry, 23,14–20.
Özen, Ş., Antar, S., Özbulut, Ö., Altındağ A, Oto R. (2001). İç göç yaşayan bir grup lise öğrencisinde ruhsal belirti şiddetinin cinsiyet ile ilişkisi. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Dergisi, 8(3), 156-162.
Özkalp, E. (1990). Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Tuzcu, A. ve Bademli, K. (2014). Göçün Psikososyal Boyutu. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1), 56-66.
Devamı

Depresyon ve Yaratıcılık Arasında Bir Bağlantı Var mı
Depresyon ile Yaratıcılık arasındaki bağlantı sadece bir mit olabilir mi?
Yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki ilişki antik dönemden beri sorgulanmaktadır.
Aristoteles: “Neden Felsefe, Şiir veya sanatta öne çıkan tüm insanlar melankolik?”
Peki depresyonun yaratıcılığa ya da yaratıcılığın depresyona neden olduğuna dair gerçek bir kanıt var mı?
Yaratıcı insanlar doğuştan mı depresif?
“Depresyondan müzdarip olan herkes yaratıcı değildir.”
Yaratıcı olarak başarılı olan pek çok insan depresyonda değildir, ancak odalarında uyuyan çocukların yanına süt ve kurabiye bırakıp içeriye gaz girmeyeceğinden emin olduktan sonra mutafa giden ve uyku ilaçlarını içip kafasını fırının içine sokarak intihar eden Sylvia Plath ile aynı ilgiyi görmeleri pek mümkün değildir.
“Yaratıcı insanlar depresyona daha yatkın olabilir.”
“Yaratıcılık canlılığın, yaşam enerjisinin, kişinin var oluşundaki parçaların bütünleşmesinin bir ifadesidir.” (Winnicott)
“Delilik, özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce ve görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur” (M. de Montaigne).
Depresyona neden olan şeyin yaratıcılığın kendisi olmadığını gösteren araştırmalar var. Ancak depresyona neden olan belirtilerin yaratıcılığa da neden olabilme ihtimali var.
Yaratıcı olmak; yeni ve ilginç çözümler bulmak için çok düşünmemiz gerekiyor. Zihnimizdeki her şeyin üzerinden tekrar tekrar gitmek ‘ruminasyon‘ olarak adlandırılır. Ve ruminasyon, olumsuz düşüncelerimizi içerdiğinde veya acımasız bir özeleştiri yaptığımızda depresyona yol açabiliyor.
Yani bir düşünür olmak, kişinin yaratıcılığa daha yatkın olduğu anlamına gelen şey, aynı zamanda kişiyi depresyona daha yatkın hale getiren şey olabilir.
Depresyon yaratıcılığa sebep olur mu?
İyi bir sanat yaratmak için depresif olmak gerekli midir?
Ve araştırmacı Kay Jamison, depresyonun ardından gelen bu enerji patlamasının depresyonun kendisi değil, yaratıcı çıktılara neden olabileceğini buldu. Evet, depresyon ve yaratıcılık birbirine bağlı ama biri diğerine neden olmuyor.
Depresyondaysanız yaratıcılık size iyi gelir mi?
Kurt Vonnegut: “Yazarlar her gün akıl hastalıklarını tedavi ediyorlar”.
Yaratıcılık genellikle bir şeyler yapmayı içerir. Örgü örmek, müzik yapmak ve dijital tasarım yapmak gibi etkinlikler, dikkatimizi düşüncelerimizden uzaklaştırarak ruminasyonu durdurmaya yardımcı olabilir.
“Yaklaşık 700 üniversite öğrencisinin katıldığı bir araştırmada, öğrencilerin yaratıcı bir etkinlik uyguladıkları günlerde daha iyi bir ruh hali içerisinde oldukları bulundu.”
Depresyonunuza yardımcı olmak için yaratıcılığı nasıl kullanabilirsiniz?
Yaz. Birçok insan günlük yazmanın ruh halini stabil tuttuğunu düşünür. Eğer kendin hakkında yazmak hoşuna gitmiyorsa kendini bir karaktere dönüştürerek de yazabilirsin.
Kötü sanat yap. Yapabileceğiniz en kötü resmi veya çizimi yapma niyetiyle oturun (daha sonra kimsenin görmesine gerek yok) ve gerçekten bunun için kendinizi bırakın. Sadece bazı duyguların açığa çıkmasını sağlamazsınız. Aynı zamanda mükemmel hissetme ihtiyacınızı ortadan kaldırabilirsiniz. Bu da özgüveninizi artırmaya yardımcı olur.
Kimse izlemeden dans edin. Egzersizin ruh halinizi yükselttiği gösterilmiştir ve ayrıca bir anlık yaratıcılığa sahip olacaksınız. İnanmıyor musun? Perdeleri kapat, oturma odasında en az 15 dakika en sevdiğin şarkılarla dans et.
Yeni bir şey dene. Yaratıcılığın sanatçı olmak anlamına gelmesi gerekmez. Bir uygulama ile şarkı yapmak, örgü örmeyi öğrenmek veya tarifsiz yemek pişirmek olabilir.
Depresyon ve yaratıcılık arasındaki bağlantıdan ne öğrenebiliriz?
Aristoteles zamanında ve sonrasında, melankoli ya da şimdi depresyon dediğimiz şey kötü bir şey olarak görülmüyordu. Dehanın ve yaratıcılığın bir hediyesi ve harikalığın gerekli bir elementi olarak görülüyordu.
Yine de bugün, depresyon (“melankoli” den çok daha az romantik bir kelime), insanların “acı çektiği” bir “hastalık” olarak görülüyor. Ve son gelişmelere rağmen, depresyon yaşayanlara karşı hala etiketleme var.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı
Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama
Çocuklar için Ölüm Kavramı
Çocuğun ölümün anlamını kavraması; yaşına, gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır.
Çocuğa ölüm ile ilgili açıklama yapılacağı zaman; çocuğun ihtiyaç duyduğu kadar bilgiyi gelişim düzeyine uygun kelimelerle açık, anlaşılır, ve basit bir şekilde aktarmak önemlidir.
Ölümü; uyku, hastalık, uzağa gitmek, yaşlılık gibi kavramlarla özdeşleştirerek açıklamak doğru değildir.
Yetişkinin çocuğa yaklaşım biçimi çok önemlidir. Yetişkin; çocuğu yargılamadan dinlemeye açık ve çocuğun duygusunu ifade etmesine yardımcı olan bir yakınlık göstermelidir.
Çocuğa kayıptan önceki yaşantısının değişmeden devam edeceği ve güvende olacağı duygusu hissettirildiğinde çocuk yas süreci ile sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecektir.
Yas Tepkileri;
- Uyku
- Yeme sorunları
- Kızgınlık, Öfke
- Suçluluk
- Endişe
Üzüntü ve yas süreci kaybedilen kişi ile olan ilişkinin derinliğine, kaybın yaşandığı ortama göre değişmektedir.
Yas Süreci;
- Şok (Bu gerçek değil)
- İnkar (Bu durumda bir yanlışlık var)
- Kızgınlık (Neden bir başkası değil)
- Suçluluk (Neden ona daha iyi davranmadım)
- Korku (Ya diğerlerine de bir şey olursa)
- Tükenmişlik, depresyon, konfüzyon ve pazarlık etme (“Bir mucize olsaydı”)
Çözümlenmiş Yas: Kişinin acı çekmeden kaybettiği kişiyi hatırlayabilmesidir.
Çocuklarla Ölüm Üzerine Konuşmak
Çocuklar aslında çevrelerinde ve tv programlarında ölümün ne olduğunu görürler. Kendi oyunlarına dahil de ederler. Ölüm doğal yaşamın bir gerçeği ve çocuklar biraz da olsa bunun farkındadırlar.
Çocuklar çok iyi gözlemcidirler. Yetişkinlerin doğru söyleyip söylemediklerini ve duygularını rahatlıkla anlayabilirler. Bu yüzden çocuklarla konuşurken cümlelerde şüphe duygusu bulunmamalıdır. Çocuk şüpheye düşer ve yetişkinin söylediklerine güvenmezse ölümü korku ve endişe verici bir durum olarak görebilir. Aynı şekilde çocuğa ihtiyacı olandan daha fazla bilgi verilir ve kavram kullanılırsa çocuğun aklı karışabilir.
Worden’a göre:
- Çocuk kendini hazır hissettiği zaman onunla iletişim kurulmalı
- Çocuğun iletişim kurma denemeleri engellenmemeli
- Dürüst açıklamalar yapılmalı
- Çocuğun söyledikleri dinlenmeli ve yansıttığı, aktardığı duyguları kabul edilmeli
- Küçük oldukları söylenerek konu ertelenmemeli
- Basit ve net cümleler kurularak soruları cevaplanmalı
Çocuk için önemli olan kayıp öncesi yaşamının devam edeceğini bilmesidir. Aşırı korumacı tepkiler doğal akışı olumsuz etkileyebilir. Yakın çevre ile ilişkiler, öncesinde olduğu gibi devam ederse çocuk kendini güvende hissedebilir.
Kayıp yaşayan ailelerin uyum süreci yaklaşık 18-24 ay arası değişebilmektedir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
“Çocuklar için Ölüm ve Kaybı Anlama”
Devamı

Aşk içinde kalmanın bir yolu var mı
“Aşk, varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesidir.” Kernberg
Aşkın içinde kalmanın bir yolu var mı?
“Sevgi, insanın varoluş sorununa tek makul ve yeterli cevaptır.” Erich Fromm
Çoğumuzun aşina olduğu bir senaryodur bu: Bir arkadaşımız ya da akrabamız bize partnerinin olumsuz davranışları hakkında sürekli sitemde bulunur. Bu kişiye neden hala onunla birlikte olduğunu sorduğumuzda: “Çünkü onu seviyorum” der.
Ailemiz veya ilk bakıcılarımız bize karşı sevgi göstermekte sorun yaşamış ise kendimizi sevmekte güçlük çekebiliriz. Bu da ilişkilerimizde mücadeleye yol açar.
Erken çocukluk dönemimizdeki incinme veya reddedilme hissi, sevgiyi ifade etme ve sürdürme becerimize zarar verebilir. Bunların sonucunda kendimizi geri çekmeye ve sevginin yerine başka şeyler koymaya ya da yanlış yapmaya başlarız.
Güven duyma ve onaylanma ihtiyacı ile bize kötü davranan ya da reddeden insanları seçeriz.
Bilincinde olmadan bizimle aynı savunma biçimlerini kullanan insanlara gideriz. Böylece istediğimizi düşündüğümüz yakınlığa ulaşamayız ve bu ilişkiye tahammül etmekte de zorlanırız.
Aşk bazen savunmasız ya da korkutucu hissettirebilir. Çünkü kırılabileceğimizi düşünürüz.
Aşka bir şans vermekten korkabiliriz. Bu yüzden sevgi dolu duygularımızı karşımızdaki ile paylaşmadan kendimize saklarız.
Erken çocukluk döneminden itibaren sevgi ile beslenen bireyler, şefkat ve empati yeteneğine sahip sevgiyi içtenlikle kabul edip verebilirler.
“Aşk, bilişsel etkinliği devre dışı bırakan, geçici bağımlılık ve sevilen kişiye yönelik bedenin verdiği duyarlı tepkidir.” Tennov
Aşk neden biter?
Aşkın bitmesine sebep olan partnerler;
İki ayrı birey olmak yerine bütün olurlar.
Alan tanımak yerine birbirlerinin dünyalarını kontrol etmeye ve/veya sınırlandırmaya çalışırlar.
İlişkileri keyif vermeyen bir rutine dönüştürürler.
Birbirlerine saygı duymaktan vazgeçerler.
Aşık olmanın verdiği belirsizliği ve macera hissini daha bastırılmış bir güven duygusuyla değiştirirler.
Gerçek Aşk
Gerçek aşk, iki bireyin de diğeri tarafından beslenmesi sonucunda geliştiğinde var olur.
Her iki birey de gelişmiyorsa, bu gerçekten aşk mıdır?
İlgilendiğimizi düşündüğümüz kişiyi sürekli olarak görmezden geldiğimizde, keyfi olarak görüştüğümüzde, onunla bir şey paylaşmadığımızda, ondan kaçtığımızda veya onu aşağıladığımızda kendimize “sevgi dolu” diyebilir miyiz?
Fromm aşk için, “Bu bir duygu değil, pratiktir” der.
İlk kıvılcım, arzu ya da özlem öyle hissettirse de, bu duygular illa aşk olmak zorunda değildir.
Aşk, davranışları içerir. Bu bir beceridir.
İçimizdeki aşkı, partnerimize eylemlerimizle göstermeliyiz.
Gerçek aşk uyum, duyarlılık ve cömertlikten gelir.
Diğer kişiyi ve onu mutlu eden her şeyi desteklemekten gelir.
Her gün başka birine nezaketle, anlayışla, şefkatle ve saygıyla davranmayı seçtiğimizde, sevme becerimizi geliştiririz.
Sevgi dolu olmayı öğrenip aşkta daha iyi bir insan olabiliriz.
Araştırmalar, gerçek aşkın bir ömür boyu sürebileceğini gösteriyor. Ancak bu büyük ölçüde bize ve ilişkilerimizde nasıl davrandığımıza bağlı.
“Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan biri hem sever hem far keder hem de görür. Bir şeyde ne kadar bilgi varsa o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını zanneden biri üzümleri hiç tanımıyor demektir.” “Sevme Sanatı” Erich Fromm
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı

Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Suç
Yaklaşık iki yüz yıldan beri ruhsal hastalık olarak kabul edilen Antisosyal kişilik bozukluğu erkeklerde kadınlara oranla üç kat daha fazla görülür ve DSM-IV sınıflama grubuna göre B kümesi kişilik bozuklukları arasında yer alır. Antisosyal kişilik bozukluğunda yaygın olarak görülen belirtiler arasında; hırsızlık, kumar bağımlılığı, sahtecilik, kavgacılık, toplumsal ve aile yaşamında sorumsuzluk, sık sık suç işleme ve psikoaktif madde kullanımı bulunmaktadır (Öztürk, 2002). Antisosyal kişilik bozukluğunda bu belirtilere ek olarak; yangın çıkarma, başkalarını cinsel ilişkiye zorlama, insan ve hayvanlara acımasızca davranma, pişmanlık ya da suçluluk duygusundan yoksun olma, düzenli olarak bir işte çalışmayı sürdürmekte ve maddi yönden sorumluluk üstlenmekte güçlük çekme (Geçtan, 1993) gibi belirtiler de gözlenmektedir. AKB, bağımlılığın ve suçun ana sebepleri arasında gösterilir (Köknel, 1989; Ceylan ve Türkcan, 2003). AKB’yi erişkinlerde teşhis etmek için ısrarlı suça yönelik davranışı zorunlu bir ölçüt olarak alınır. Çocukluk döneminde davranım bozukluğu teşhisi koyulan bireylerde antisosyal kişilik bozukluğu tanısı 18 yaşından sonra koyulur, 30-35 yaşlarında ise belirtilerde bir duraklama olur ve çoğunlukla 40-50 yaşlarında belirtilerde göreceli olarak azalma gözlemlenir (Öztürk, 2002).
Ağır ve hafif şiddet grubu AKB olgularının sosyodemografik ve kişilik özellikleri açısından karşılaştırıldığı bir çalışma yapılmıştır. Ağır şiddet grubunda anne ve babanın eğitim seviyesinin düşüklüğünün, ailede dağılmanın, yasal olmayan geçim kaynakları kullanmanın, katı mizaçlı, ilgisiz anne baba özelliklerinin, aile içi anlaşmazlıkların, kardeş sayısının çokluğu hafif şiddet grubuna göre belirgin olduğu bulunmuştur. Aynı çalışma içinde ağır şiddet grubunda anne, baba ve kardeşlerde antisosyal davranışlar, anne ve babada suç işleme, daha çok sayıda ve ağır suçlar işleyen aile fertleri ve akrabalarda daha yüksek oranda antisosyal davranışlar tespit edilmiştir. Ağır şiddet grubunun hafif şiddet grubundan Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri alt ölçeklerinden yansıtma savunma mekanizması, paranoid eğilim, abartılmış cinsiyet, alışkanlık halinde suç işleme, sosyal sapkın eğilimler, aile ve otoriteyle çatışma puanlarının hafif şiddet grubu ve kontrol grubundan yüksek olduğu bulunmuştur (Erdem ve ark. 2010; Özmenler, 1995).
Erişkin Antisosyal Kişilik Bozukluğu teşhisi alan bireylerle yapılan bir çalışmada şiddet suçu işleyen AKB olgularının işlemeyen AKB olgularına göre fiziksel, sözel saldırganlık ve öfke seviyelerinin daha yüksek ve madde bağımlılığı ya da kötüye kullanım oranlarının daha fazla olduğu bulunmuştur (Algül ve ark. 2007). Ergenlik dönemindeki suçlularda yapılan bir çalışmada da yüksek şiddet grubunda bulunan bireylerin Antisosyal Tutum ölçeği puanları, sözel, fiziksel agresyon, öfke ve dürtüsellik seviyelerinin düşük şiddet grubundan fazla olduğu, aynı zamanda bu grubun düşük şiddet grubuna göre alkol ile ilişkili daha çok problem yaşadıkları saptanmıştır (Fritz ve ark. 2008).
Yapılan bir diğer araştırmaya göre, Antisosyal kişilik bozukluğu ile saldırganlık, alkol bağımlılığı ve alkole bağlı olarak gerçekleştirilen suçlar arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Moeller & Dougherty, 2001; Bahlmann, Preuss & Soyka, 2000).
Antisosyal kişilik bozukluğunun oluş nedenlerini araştırmak için yapılan çalışmalarda, çoğunlukla psikososyal ve biyolojik sebepler üzerinde durulmaktadır. Psikososyal nedenler üzerine yapılan araştırmalar ise özellikle aile ve çocukluk yaşantıları üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Ak ve Sayar (2002), antisosyal kişilik bozukluğu tanısında Kuzey Amerika’da son zamanlarda büyük bir artış olduğunu, kültürel ve sosyolojik ortamın bu bozukluğun gelişmesinde etki edebileceğini rapor etmektedirler. Buna karşın Doğu Asya toplumlarında saptanan düşük antisosyal kişilik bozukluğu yaygınlığının, bu toplumlardaki aile bütünlüğünün Kuzey Amerika toplumlarına göre hala bozulmamış olmasından kaynaklanabileceğini belirtmektedir. Yapılan bir çalışmada; ailenin düşük düzeyde bakım ve ilgisi ile beraber, bireysel özgürlüklerin aile tarafından aşırı bir şekilde sınırlanmasının erkeklerde ve kızlarda antisosyal kişilik bozukluğunun gelişiminde etkili olduğu bulunmaktadır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006; Reti, Samuels, Eaton, Bienvenu, Costa & Nestadt, 2002).
Birçok araştırmada, 8 yaşından itibaren boylamsal olarak izlenen deneklerde suçlu anne-baba, kalabalık aile, düşük zekâ düzeyine sahip anne-baba ve olumsuz anne-baba tutumları, alkol ya da madde bağımlısı baba, çocukluk çağında anneden fiziksel şiddet görme gibi değişkenlerin yetişkin yaşamda antisosyal kişiliğin gelişmesinde önemli ölçüde katkıda bulunduğu saptanmıştır (Sardoğan ve Kaygusuz, 2006). Türk örneklemde yapılan bir araştırmada ise suç işleyen antisosyal kişilerde; ailenin eğitim ve ekonomi seviyesinin düşük, aile bağlarının ve anne-baba-çocuk ilişkisinin zayıf olduğu bulunmuştur. Ayrıca bu bireylerin babalarının suç öyküsüne sahip olduğu, aile içinde şiddete tanık oldukları, çocukluk dönemlerinde şiddetle karşılaştıkları ve ihmal edildikleri, diğer yandan ilk suç işleme yaşlarının ise 16 olduğu ve askerlik görevlerinde önemli disiplin sorunları yaşadıkları saptanmıştır (Süer, 1998). Araştırmalarda çoğunlukla antisosyal kişilik ile suç işleme ve madde kullanımı arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve ağır suç işlemiş olan antisosyal bireylerin ailelerinde; alkolizm, suç öyküsü, toplumsal ilişkilerde bozulma gibi değişkenler açısından, hafif suç işleyen antisosyal bireylere göre anlamlı bir şekilde daha fazla olduğu görülmüştür (Özmenler, 1995). Başka bir çalışmada ise antisosyal kişilik bozukluğu tanısı alan bireylerin duygusal zekâ becerilerinin antisosyal olmayan bireylere göre zayıf olduğu bulunmuştur ( Sardoğan ve Kaygusuz, 2006).
Sonuç olarak, antisosyal kişilik bozukluğuna sahip bireyler yaşamlarını olaysız bir şekilde sürdürmekte zorluk yaşarlar. Aile geçmişlerine bakıldığı zaman ise aile içi çatışmaların, suçun ve anne-babanın olumsuz tutumları şiddetin de etkisiyle çocukta davranış bozukluklarına sebep olduğu görülmektedir. Ancak bozukluğun biyolojik etkenler barındırdığını söyleyen çalışmalar da bulunmaktadır. Aile geçmişi ve toplum tek başına neden değildir.
AKB bireyleri ailelerinden ayrıldıktan sonra suç işlemeye ve şiddet göstermeye heyecan arayışı sebebiyle de devam ediyor olabilirler. Çünkü çocukluk çağında yaşanılan olaylar ve aile bireylerinin birbirini tutmayan davranışları ile suçtan ve şiddetten alınan zevkin yansımaları çocuk bağımsızlığını kazandığı zaman kendini gösteriyor olabilir. Ayrıca, amigdala ile ilişkisi bulunan duygusal zeka ve empati yeteneği de AKB bireylerinde düşük görülmüştür. Bu yüzden nörofizyolojik etkenler de göz önünde bulundurulmalıdır.
Klinik Psikolog Tuğçe TURANLAR
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK546673/
Devamı
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
1986 yılında İstanbul’da doğan Tuğçe Turanlar, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümünden (İngilizce) burslu olarak ve onur derecesiyle bir yıl erken mezun olmuştur. Klinik Psikoloji alanındaki uzmanlık eğitimini, “Travmatik Yaşantının Affedicilik ve Anlam Arayışına Etkisi; Kişilik Özellikleri ve Romantik İlişkiler Açısından İncelenmesi” başlıklı tezi ile tamamlamış olup, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalında ikinci uzmanlık tez çalışmalarını sürdürmektedir.
İstanbul Üniversitesi Aile Danışmanlığı Sertifika Programını başarıyla tamamlayan Tuğçe Turanlar, bu süreçte teorik eğitim, uygulama ve süpervizyon çalışmalarına katılmıştır. Ayrıca Psikanaliz, Rorschach ve diğer projektif testler üzerine birçok kuramsal eğitimi Psike İstanbul, İstanbul Psikanaliz Derneği ve Rorschach ve Projektif Testler Derneği gibi önde gelen kurumlardan almıştır.
Akademik çalışmalarında, TÜBİTAK bursu kapsamında Doç. Dr. Neylan Ziyalar ve Doç. Dr. Mine Özaşçılar danışmanlığında yürütülen devlet destekli projelerde görev almıştır. Aynı zamanda Prof. Dr. Metehan Irak’ın liderliğindeki Beyin ve Biliş Araştırmaları Laboratuvarında iki yıl süreyle yarı zamanlı olarak çalışmıştır.
Psikodinamik yönelimli terapi temelinde birey, çift ve ailelerle 10 yılı aşkın süredir çalışan Tuğçe Turanlar, bireysel terapilerde psikanalitik yaklaşımı, çiftlerle çalışmalarında Gottman Çift Terapisi yöntemini ve travma terapilerinde EMDR yöntemini kullanmaktadır. Bunun yanı sıra, rüya analizlerini de terapötik süreçlerine entegre etmektedir.
EMDR Derneği üyesi olan Tuğçe Turanlar, 6 Şubat depremi sonrasında EMDR Derneği’nin Travma İyileştirme Grubu’na (TİG) bağlı olarak gönüllü psikolojik destek çalışmalarında yer almıştır.
Ayrıca, Profesyonel koç olarak ilişki, ebeveyn, kariyer ve yönetici koçluğu alanlarında danışanlarına destek sunmaktadır. Koçluk süreçlerinde, bireylerin hedeflerine ulaşmalarını ve potansiyellerini keşfetmelerini sağlama konusunda rehberlik etmektedir.
“Seans Odası Sakinleri” adlı podcastiyle, dinleyicilere psikoloji ve kişisel gelişim konularında rehberlik etmektedir. Podcast bölümlerinde ele alınan bazı konular arasında “Jung Ekolüyle Rüyalarımı Nasıl Analiz Ederim?”, “Travmatik Bağlanmanın Yedi Aşaması: İlişkideki Tehlikeli Döngü”, “Mevsimsel Depresyon: Kış Melankolisi”, “Borderline Annenin Çocuğu Olmak”, “Bir Başkası İçin Yaşamak: Fedakârlık Şeması” ve “Kırık Ayna: Ailenin Diğer Yüzü” gibi temalar yer almaktadır. Bu platform aracılığıyla, dinleyicilerine derinlemesine analizler ve pratik öneriler sunarak psikolojik farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.
Seanslarını, kurucusu olduğu Yule Psikoloji bünyesinde yüz yüze ve online olarak sürdürmektedir.
Uzmanlık Alanları
Depresyon, Yeme Bozuklukları, Bağlanma Sorunları, Anksiyete Bozuklukları, Bipolar Bozukluk, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Bağımlılık, Aile içi Şiddet, İlişki Sorunları , İş hayatındaki sorunlar, Çocukluk Çağı Travmaları, travmatik yaşam deneyimleri, yas ve kayıp, Ebeveyn Danışmanlığı, Sınav Kaygısı, Davranış Problemleri, , Ergenlik Sorunları, Boşanma Süreci sonrası çocuklarda uyum, Rüya analizi özellikle çalıştığı alanlar içerisindedir.
(Klinik Psikolog Meslek Ünvanı Sağlık Bakanlığı Tarafından Tescillenmiştir.)
Sertifikalar ve Seminerler
- EMDR I. Düzey Eğitimi ve Süpervizyonları DBE/Emre Konuk
- EMDR II. Düzey Eğitimi Asena Yurtsever Enstitü AY
- EMDR ile Yetişkinlerde Bağlanma Sorunları Üzerine Çalışmak – Asena Yurtsever – Enstitü Ay
- EMDR R-TEP Eğitimi – Asena Yurtsever EMDR Derneği
- EMDR’da Ustalaşmak- Disosiasyon ve Zor Vakalar- Şirin Atçeken-Tuba Akyüz
- Gottman Çift Terapisi I. Düzey Eğitimi Psikoloji İstanbul
- Prof. Dr. Doğan Şahin – Dinamik Psikoterapi Eğitimi
- Psikodinamik Terapiler Merkezi- Psikodinamik Terapiler: Teori ve Uygulama
- İstanbul Psikanaliz Derneği “Çocuk Psikanalizi Günleri – Annelik Halleri”
- Psikanalist Talat Parman “Ergenlikte Yas ve Melankoli”
- PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – İlk Görüşme: Psikanalizle Tanışma”
- İstanbul Psikanaliz Derneği Ve PSİKE İstanbul “Yeniden Psikanaliz Tartışmaları – Düşler ve Düşlemler”
- Psike İstanbul “Psikanalize Giriş Seminerleri”
- Rorschach ve Projektif Testler Derneği “Rorschach Testi ve TAT Eğitimi” (2 yıl)
- Prof. Dr. Doğan Şahin “Borderline Kişilik Örgütlenmesinin Epidemiyolojisi ve Terapötik Yaklaşım”
- İstanbul Üniversitesi “Aile Danışmanlığı Sertifika Programı”
- Nevin Dölek “Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi Eğitimi”
- Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği “Terapötik Kartlar Eğitimi”
- Oyun Terapileri Derneği “Çocuk Merkezli Oyun Terapisi Eğitimi”
- Yeşilay “Pandemi ve Sonrasında Okul Fobisi ve Davranışsal Bağımlılıklarla Mücadele Eğitim Programı”
- Yeşilay “Uyuşturucu Bağımlılığı ile Mücadele Günü – İyileşmek Mümkün”
- Marmara Üniversitesi “Pedagojik Formasyon Sertifikası”
- Dr. Ben Furman “Çocuk ve Ergenlerde Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi”
- Prof. Dr. Hakan Türkçapar “ Bilişsel Davranışçı Terapi Üzerine Söyleyişi”
- Dr. Öğretim Üyesi Özlem Haskan Avcı “Ergenlerde Psikolojik Danışma Becerileri ve Vaka Formülasyonu”
- Doç. Dr. Elif Çelebi “Diyalektik Davranışçı Terapi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Nedir Ne Değildir”
- Dr. Klinik Psikolog Olcay Güner “Sanat Terapisi Üzerine Söyleyişi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “BDT Vaka Analizleri”
- Prof. Dr. Hanna Nita Scherler “Gestalt Terapi Üzerine Söyleyişi”
- Doç. Dr. Itır Tarı Cömert “Bilişsel Davranışçı Terapi Teknikleri”
- ODTU-Bilgeiş “Zor İnsanlarla Başa Çıkma”
- Psikoloji Enstitüsü “Çocuk Değerlendirme Testleri Uygulayıcı Eğitimi”
- ADLER CE 1. Modül -Profesyonel Koçluğun Temelleri – 32 saat
- ADLER CE 2. Modül – Koçluk’ta Dönüşüm ve İş Bağlamında Koçluk – 30 saat
- ADLER CE 3. Modül – Koçluk’ta Derinleşme: Koçluk’ta Sanat – 30 saat

Psikoterapi Tarihi ve Terapi Yaklaşımları
Bireysel Psikoterapi Tarihi
“Psikoterapi” terimi, Yunanca ruh ve şifa sözcüklerinden gelmektedir.
Yunanlılar ruh sağlığı sorunları olan insanlarla konuşurken cesaret verici kelimeler kullanmanın olumlu etkilerini fark ettiler. Ancak, ruh sağlığı hakkında birçok yanlış inanışa da sahiplerdi. Mesela; sadece kadınların histeri yaşadığını düşündüler. Ayrıca banyo yapmanın depresyon için etkili bir tedavi yöntemi olduğuna inandılar.
Ağır ruh sağlığı sorunlarının tedavisi 18. yüzyılda reformcular daha iyi koşullar için çalışana kadar insanlık dışıydı. 1773’te Kuzey Amerika’da ilk ruh sağlığı hastanesi kuruldu. Ancak insanlık dışı “tedaviler” uygulanmaya devam ediyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa’da modern psikoterapi gelişti. Bu sürede Wilhelm Wundt, Almanya Leipzig’de 1879 yılında ilk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını attı.
20. yüzyılda birçok terapötik teknik gelişti. Bu teknikler, büyük ölçüde zamanın popüler düşünce okullarından ilham aldı. Bu düşünce okullarından bazıları psikanalitik, davranışçı ve bilişsel yaklaşımı içermekteydi.
21. yüzyılda, farkındalık ve nörobiyoloji gibi çeşitli alanları birleştiren tedavi yaklaşımları ortaya çıktı. Birçok yaklaşım, tedavi gören kişilerin endişelerini belirlemelerine, kişisel gelişimlerini desteklemelerine ve sağlıklı başa çıkma becerileri geliştirmelerine yardımcı olmaya odaklanmaktadır.
Psikoterapi Yaklaşımları
Psikodinamik terapi: Danışanın yaşam öyküsünü, kendisine, geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin resmini yeniden yazmasını kolaylaştıran dinamik psikoterapi, bireyin deneyiminin derinliğini ele alan bir terapi yöntemidir.
Kişilerarası psikoterapi (IPT): Danışanların sıkıntılarını hafifletmeyi ve kişilerarası ilişkilerini geliştirmeyi hedefleyen, kısa süreli, bağlanma modelini temel alan zaman sınırlı bir psikoterapi yöntemidir. Öncelikli olarak; depresif bozukluklar, duygudurum bozuklukları, hamilelik ve sonrası depresyonu, yeme bozuklukları, anksiyete bozuklukları olmak üzere birçok ruhsal bozuklukta uygulanabilir.
Çözüm Odaklı Yaklaşım: Çözüm Odaklı Kısa Terapi olarak da adlandırılan bu yaklaşım biçimi, geleneksel konuşma terapilerinin yaptığı gibi soruna odaklanmak yerine çözümlere ve kişinin güçlü yönleri keşfetmeye odaklanır.
Bilişsel davranışçı terapi (CBT); İnsanların davranış ve duygular üzerinde olumsuz etkisi olan yıkıcı veya rahatsız edici düşünce kalıplarını nasıl tanımlayacaklarını ve değiştireceklerini öğrenmelerine yardımcı olan bir tür psikoterapötik tedavidir.
Diyalektik davranış terapisi (DBT): Temel hedefleri; anı yaşamayı öğretmek, stresle başa çıkmanın sağlıklı yollarını geliştirmek, duyguları düzenlemek ve diğerleriyle ilişkileri geliştirmektir. DDT başlangıçta sınırda kişilik bozukluğunu (SKB) tedavi etmek için düşünülmüştü, ancak daha sonra diğer ruhsal sorunları tedavi etmek için de kullanılmıştır. Duygusal düzenlemede zorluk çeken veya kendine zarar veren davranışlar (yeme bozuklukları ve madde kullanım bozuklukları gibi) sergileyen kişilere yardımcı olabilir. Bu tür terapi bazen travma sonrası stres bozukluğunu (TSSB) tedavi etmek için de kullanılabilir.
Kabul ve Kararlılık terapisi (ACT): Bireylerin psikolojik esneklik geliştirirken kişisel değerleriyle tutarlı biçimde yaşamalarına yardımcı olmak için farkındalık becerilerini nasıl kullanacaklarını öğretir.
Terapistler bir kişinin ihtiyaçlarını ele alırken farklı yaklaşımların tekniklerinden de faydalanabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Kaynaklar:
https://www.psychologytoday.com/us
https://positivepsychology.com/
https://contextualscience.org/act
Devamı
İlişki Danışmanlığı (Terapisi) Nedir
İlişki Danışmanlığı
İlişki Danışmanlığı eşlerin birbirleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerine ve sağlıklı problem çözme becerileri kazanmalarına yardımcı olmaktadır. Danışman, ilk birkaç görüşme sırasında her iki partnerle birlikte veya bireysel olarak görüşebilir. Daha sonra geri bildirim verebilirler. Çift, terapistin rehberliğinde terapötik hedefler belirleyebilir ve beklentiler için bir terapi planı geliştirebilir. Çift terapisinde, olumlu sonuçlar genellikle çiftin motivasyonuna ve sürece olan bağlılığına göre değişiklik gösterir.
Seanslar ilerledikçe, her bir eş daha iyi bir dinleyici ve iletişimci olabilir. Ayrıca çiftler genellikle birbirlerini farklı biçimlerde desteklemeyi öğrenirler. Terapi seanslarında çiftler arasında çatışma yaşanması olağan bir durumdur. Etik bir ilişki danışmanı tarafsız kalacak ve taraf tutmaktan kaçınacaktır. İlişki danışmanları bazen, tedavinin standart bir parçası olarak her bir eşe ek bireysel seanslar sunabilir. İlişki danışmanlığı genellikle haftada bir yapılır. Program, çiftin hedeflerine ve her bir partnerin bireysel veya çift terapi seanslarına katılıp katılmadığına bağlı olarak değişebilir. Evlilik danışmanlığı genellikle kısa sürelidir ancak bir ilişkiyi iyileştirmek daha fazla zaman alabilir.
İlişki Danışmanlığı Kimler İçindir
Birlikte bir geçmişi olan herhangi bir çift, ilişki danışmanlığından yararlanabilir. Çiftler, ilişki sorunlarını çözmek, ilişkilerinin dinamikleri hakkında fikir edinmek, duygusal bağlarını güçlendirmek veya ilişkilerini dostane bir şekilde sona erdirmek için danışmanlık arayabilirler. Evlenmek üzere nişanlı olan bireyler de evlilik öncesi danışmanlık hizmeti alabilir.
İlişki Danışmanlığı Ne Zaman Önerilir
Çiftlerin birçoğu genellikle ilişkilerinin bir noktasında gerginlik veya çatışma yaşadığından, birçok kişi ne zaman çift danışmanlığı aramaları gerektiğinden emin değildir. Gerçek şu ki, çiftler aşağıdakiler de dahil olmak üzere birçok farklı nedenden dolayı ilişki danışmanlığı arayabilirler:
Güç mücadeleleri
İletişim sorunları ve çatışma
Stres, Öfke Sorunları
Madde bağımlılığı
Cinsel tatminsizlik
Mali sorunlar
Aldatma
Önemli yaşam değişikleri
Çocuk yetiştirmedeki farklı tutumları
Birçok ilişkide, sorunlar ortalama altı yıl boyunca devam edene kadar çift terapisi düşünülmez. Bu gecikme, sorunların üstesinden gelmeyi daha da zorlaştırabilir.
Sağlıklı bir ilişki içinde olan bir çift, samimiyeti artırmak veya birbirleriyle duygusal olarak bağlantı kurmanın yeni yollarını bulmak için danışmanlık isteyebilir.
Ayrılmaya karar vermiş olan çiftler, ilişkilerini saygılı bir şekilde sonlandırmak için çift danışmanlığına başvurabilirler.
Nişanlı olan kişiler de evlilik öncesi danışmanlık almayı tercih edebilirler. Bu, çiftlerin evliliklerinde zorluğa veya memnuniyetsizliğe neden olabilecek çatışma veya endişe alanlarını keşfetmelerine yardımcı olabilir.
Terapi, çiftlerin fikir farklılıklarını, kişisel değerleri ve beklentilerini tartışmasına olanak tanır. Evlilik öncesi danışmanlık, bir çiftin başlangıçta tartışmak istediği meselelerden daha fazlasını ortaya çıkarabilir. Bu, çiftlerin evlenmeden önce gerçekten uyumlu olup olmadıklarını değerlendirmelerine izin verdiği için faydalı olabilir.
Çift terapisine katılmanın faydasının olmadığı durumlar da vardır. Örneğin, aile içi şiddet ve istismar vakalarında çift terapisi yeterli olmayabilir. İstismarcı bir partnerle ilişkiyi sürdürmek kişinin güvenliğini veya hayatını tehlikeye sokabilir.
İlişki Danışmanlığı Ne Kadar Etkili
Çalışmalar, çift terapisinin ilişkiler üzerinde belirgin bir olumlu etkisi olabileceğini göstermektedir. Çift terapisi, çoğunlukla her iki partnerin de ilişkilerini geliştirmeye ve terapi planına bağlı kalmaya kararlı olduğunda etkilidir.
Eşlerden biri seanslara katılmayı reddederse veya ilişki şiddet veya istismara yol açarsa, yaklaşım çok daha az etkili olur. Çift terapisinin etkinliği, diğer partnerin değişmesini beklediklerinde de azalır. İlişkinin her bir üyesi kendi bakış açılarını ve alışkanlıklarını yansıtmaya ne kadar açık olursa, çift terapisinin o kadar etkili olması muhtemeldir.
Online İlişki Danışmanlığı Hakkında Merak Edilenler
Online İlişki Danışmanlığı birçok terapi ile benzer süreçte ilerler. Bireylerin yaşadıkları sorunlara dair deneyimlerini anlamlandırmalarına ve farklı bakış açıları kazanmalarına yardımcı olur.
Neden İlişki Danışmanlığına İhtiyaç Duyulur
En yaygın sebeplerinden bazıları; İletişim sorunları, çatışma, aldatma, uyum problemleri, yas, yaşam zorlukları ve depresyondur.
Partnerim Seansa Katılmak İstemiyor Yine de İlişki Danışmanlığı İsteyebilir miyim
Evet, bu aslında çok yaygın. Partneriniz seansa katılamasa bile uzman bir psikolog ile ilişki sorunları hakkında konuşmak size yardımcı olabilir.
İlişki Danışmanlığına Dair Yaklaşımlar
Imago ilişki terapisi: İlişkide yaşanan olumsuz algıların veya davranışların nedenlerini araştırarak çiftler arasındaki iletişimi yeniden kurmayı amaçlar.
Duygu odaklı terapi: Çiftler arasında olumlu etkileşimler yaratmaya ve çiftlerin duygusal bağlarını güçlendirmeye odaklanır.
İç Aile Sistemleri terapisi: Eşlerin birbirlerini ve ilişkilerinde var olan kalıpları daha iyi anlamalarına yardımcı olur.
Gottman Metodu: Yakınlığı, sevgiyi ve saygıyı artırır. Her bir partnerin bir birey olarak ve çiftin bir çift olarak büyümesine ve gelişmesine odaklanır.
Nasıl Daha Fazla Bilgi Edinebilirim veya Görüşme İçin Randevu Alabilirim
Online İlişki danışmanlığı hakkında daha fazla bilgi edinmek için randevu alabilirsiniz.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Devamı

Bireysel Terapi Nedir
Bireysel terapi, kişinin duygusal ve zihinsel zorluklarını ele almasına, kendini daha iyi anlamasına ve yaşam kalitesini artırmasına yardımcı olan bir psikoterapi türüdür. Terapist ve danışan arasında güvene dayalı bir iş birliğiyle gerçekleşir ve danışanın ihtiyaçlarına uygun bir terapi süreci sunar.
Bireysel terapi, kişinin kendini ifade etmesine, duygularını keşfetmesine ve sorunlarla başa çıkma becerilerini geliştirmesine olanak tanır. Ayrıca, bireyin refahını olumsuz etkileyen semptomların iyileştirilmesi veya kontrol edilmesi hedeflenir.
Bireysel Terapinin Amaçları
Bireysel terapi; kişinin yaşadığı zorluklara yönelik çözüm yolları geliştirmeyi, duygusal yüklerini hafifletmeyi ve yaşamına yeni bir yön vermesini sağlamayı hedefler. Terapi sürecinde aşağıdaki konular ele alınabilir:
- Duygu ve düşünceleri ifade etme,
- Davranış kalıplarını fark etme,
- Problemleri ve çatışmaları çözme,
- Güçlü yönleri ve zayıflıkları keşfetme.
Bireysel terapinin süresi, ele alınan konuların niteliğine ve danışanın ihtiyaçlarına bağlı olarak kısa veya uzun dönemli olabilir.
Bireysel Terapi ile Destek Alabileceğiniz Durumlar
Bireysel terapi; strese, üzüntüye, öfkeye veya çatışmaya neden olabilecek birçok farklı durumda etkili bir destek sunar. Aşağıdaki durumlarda bireysel terapi sizin için faydalı olabilir:
- Kaygı bozuklukları ve stres,
- Depresyon ve duygusal dalgalanmalar,
- Özgüven ve özsaygı problemleri,
- Travma ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB),
- Yas süreci ve kayıplar,
- İlişki sorunları ve çatışmalar,
- Aile içi şiddet veya duygusal istismar,
- Yeme bozuklukları,
- Bağımlılıklar (madde, sosyal medya, vb.),
- Fobiler ve korkular,
- Zorbalığa maruz kalma,
- Uykusuzluk ve diğer uyku problemleri.
Bireysel Terapinin Faydaları
Bireysel terapi, duygusal ve zihinsel iyilik halinizi geliştirecek birçok fayda sunar:
- Kendinizi daha iyi anlamanıza yardımcı olur.
- Duygularınızı nasıl yöneteceğinizi öğretir.
- Sorunların temel nedenlerini keşfetmenizi sağlar.
- Sağlıklı başa çıkma becerileri kazandırır.
- Yaşam değişikliklerine uyum sağlamanızı destekler.
- Benlik saygınızı artırır ve karar alma süreçlerinizi iyileştirir.
Terapiye Ne Zaman Başvurmalısınız?
Bir sorun, günlük yaşamınızı etkiliyor veya sizi sürekli bunaltıyorsa, terapiye başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Sık sık mutsuz hissediyorsanız, yaşamınızdaki sorunlar hakkında umutsuzsanız veya profesyonel bir destek almadan üstesinden gelemeyeceğinizi düşündüğünüz bir zorlukla karşı karşıyaysanız, bireysel terapi size yardımcı olabilir.
Bireysel Terapide Gizlilik ve İlk Seans
Bireysel terapide gizlilik esastır. İlk seans, danışanın yaşadığı zorlukların anlaşılmasına odaklanır ve terapinin nasıl ilerleyeceği hakkında bilgi verir. Terapist ve danışan arasında güvenli bir ilişki kurmak, terapi sürecinin etkili bir şekilde ilerlemesi için önemlidir.
Bireysel Terapinin Süresi
Terapinin süresi; ele alınan konuların doğasına, kişinin iyileşme hızına ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bazı sorunlar kısa süreli terapi ile çözülebilirken, kronik veya daha karmaşık durumlar daha uzun süreli bir tedavi gerektirebilir.
Bireysel Terapi Hakkında Merak Edilenler
1. Bireysel terapiye kimler başvurabilir?
Bireysel terapi, duygusal veya zihinsel zorluklar yaşayan, kendini daha iyi anlamak isteyen veya yaşamında olumlu bir değişim arayışında olan herkes için uygundur.
2. Terapi ne kadar sürer?
Terapinin süresi, kişinin ihtiyaçlarına ve ele alınan konuların karmaşıklığına bağlıdır. Bazı durumlar birkaç seans içinde çözülebilirken, daha derin ve kronik sorunlar için daha uzun bir süreç gerekebilir.
3. Terapide gizlilik nasıl sağlanır?
Terapistler, danışanların paylaştığı bilgileri gizli tutmakla yükümlüdür. Ancak, kişinin kendisine veya başkalarına zarar verme riski varsa, bu durum gizlilik ilkesi dışında değerlendirilir. İlk seansta gizlilikle ilgili detaylar terapist tarafından açıklanır.
4. Terapi sürecinde hangi yöntemler kullanılır?
Kullanılan yöntemler, danışanın ihtiyaçlarına göre belirlenir. Bu yöntemler arasında bilişsel davranışçı terapi (BDT), şema terapi, EMDR ve psikodinamik terapi gibi yaklaşımlar yer alabilir.
5. Terapide konuşmak zorunda mıyım?
Terapide konuşmak önemli bir unsurdur, ancak bazı danışanlar başlangıçta duygularını ifade etmekte zorlanabilir. Terapist, bu süreci kolaylaştırmak için destekleyici bir yaklaşım sunar.
6. Terapide olumlu bir sonuç ne kadar zamanda alınır?
Bu, kişinin terapiye olan bağlılığına, ele alınan sorunlara ve terapistin yöntemine bağlı olarak değişir. Düzenli seanslara katılmak ve verilen ödevleri yerine getirmek, süreci hızlandırabilir.
Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar
Yaşam kalitenizi artırmak ve kendinizi yeniden keşfetmek için bireysel terapi sürecine adım atabilirsiniz.
Psikolojik Danışmanlık Başvuru Formu için tıklayın.
Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.
Devamı