Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim

Tuğçe Turanlar

  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Makaleler
  • Sıkça Sorulan Sorular
  • İletişim
featured_image

Kuşaklararası Travma Aktarımı

Yazar: Tuğçe Turanlar31 Mayıs 2025 Bireysel Terapi, EMDR Terapisi, Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Kuşaklararası travma kavramı, ilk kez 20. yüzyıl ortalarında psikiyatri ve psikoloji literatürüne girdi. Özellikle Holokost’tan sağ kurtulanların çocuklarında görülen beklenmedik ruhsal belirtiler bu alanda çığır açan bir tartışmanın kapısını araladı. Travmayı doğrudan yaşamamış olan bu çocuklar, sanki ebeveynlerinin yaşadığı dehşeti kendileri deneyimlemiş gibi kaygı, kimlik karmaşası, suçluluk ve travmatik kabuslar yaşıyordu.

1966 yılında psikiyatrist Viktor Rakoff’un yayımladığı bir makale, Holokost sonrası nesilde görülen ağır psikiyatrik semptomları tanımladı ve şu çarpıcı cümleyi yazdı:

“Anne-babalar dışarıdan bakıldığında sağlam görünse de, çocukları sanki o cehennemi kendileri yaşamış gibi derin bir bozulma gösteriyorlar.”

Bu gözlemler başta kuşkuyla karşılansa da, sonraki yıllarda yapılan çalışmalar Holokost, savaş, göç, toplu şiddet veya çocukluk çağı istismarı gibi büyük travmalara maruz kalan ailelerin çocuklarında benzer belirtilerin tekrarlandığını gösterdi. Araştırmacılar;

Aileyle aşırı özdeşleşme ve sınırların silikleşmesi,

Kendi yaşantılarını önemsiz görme,

Sürekli felaket beklentisi,

Kaygı bozuklukları, suçluluk, travmatik rüyalar, ilişkilerde zorlanma
gibi semptomların, travmayı doğrudan yaşamamış kuşaklarda bile sıklıkla gözlendiğini ortaya koydu.

Zamanla yüzlerce vaka ve bilimsel araştırma, kuşaklararası travmanın yalnızca bireysel değil, toplumsal bir gerçeklik olduğunu gösterdi.

Psikodinamik ve Davranışsal Aktarım Mekanizmaları

Başlangıçta kuşaklararası travmanın biyolojik izahı yoktu. Psikologlar ve psikiyatrlar, travmanın kuşaklara aktarımını öncelikle psikodinamik süreçlerle açıklamaya başladılar.

Ebeveynin işleyemediği, konuşamadığı ya da bastırdığı acı, korku, yas ve suçluluk duyguları, aile içinde çoğunlukla sözsüz ve bilinçdışı yollarla çocuklara geçiyordu. Çocuklar, ebeveynlerinin “sırlı” travmatik yüklerini adeta kendi kimliklerinin bir parçası gibi taşımaya başlıyorlardı.

Aşırı koruyucu veya kaygılı ebeveyn, çocuğun özgüvenini ve bağımsızlığını zedeliyordu.

Duyguların tabu olması, ailede sessizlik ve duygusal mesafe yaratıyor, çocuklarda yalnızlık ve anlaşılmama hissini artırıyordu.

Kimlik karmaşası ve değersizlik, özellikle çocuğun ailede yaşanan büyük acıların gölgesinde kendini önemsiz hissetmesine yol açıyordu.

Barocas’ın ortaya koyduğu “container” (taşıyıcı) kavramı, çocukların ebeveynin başa çıkamadığı duyguları bilinçdışında taşıyarak nesiller arası bir ruhsal miras oluşturduğunu öne sürüyordu. Bu durum, sadece bireysel değil, ailevi ve toplumsal ilişkileri de şekillendiriyordu.

Hayvan Deneyleri: Anne Bakımının ve Erken Çevrenin Rolü

Kuşaklararası travmanın biyolojik ve epigenetik yönleri, özellikle laboratuvar hayvanlarıyla yapılan deneylerde gözler önüne serildi.
Kanadalı bilim insanı Michael Meaney ve ekibinin fareler üzerinde yaptığı araştırmalarda, anne farelerin yavrularına gösterdiği bakım düzeyi hayati öneme sahipti.

Yüksek bakım gören yavrular, yetişkin olduklarında daha düşük kaygı, yüksek stres dayanıklılığı ve daha sağlıklı sosyal davranışlar gösteriyordu.

Düşük bakım görenler ise hayatları boyunca artmış kaygı ve stres hassasiyeti taşıyordu.

Bunların en çarpıcı yanı, bu değişikliklerin yavruların DNA’sında değil, epigenetik işaretlerde (ör. DNA metilasyonu) ortaya çıkmasıydı. Ayrıca, bu yavrular kendi yavrularına da benzer şekilde davranıyor ve stres hassasiyeti nesiller boyu devam ediyordu. Hatta, çapraz-annelik deneylerinde, düşük bakım gören bir yavruyu yüksek bakım gösteren bir anneye verdiğinizde, epigenetik izlerin ve davranışın değiştiği görülüyordu.

Bu bulgular, çevresel deneyimlerin biyolojimizde kalıcı izler bırakabildiğini ve bu izlerin kuşaklar boyunca aktarılabildiğini gösterdi.

Büyük Travmaların Biyolojik İzleri

İnsanlarda yapılan araştırmalar, toplumsal felaketler, savaş, göç, istismar gibi büyük travmaların sadece psikolojik değil, biyolojik izler de bırakabildiğini kanıtladı.

Örneğin;

Holokost’tan kurtulan annelerin çocuklarında, stres hormonlarını (kortizol) düzenleyen genlerin epigenetik yapısında değişiklikler (özellikle NR3C1 geninde metilasyon farklılıkları) bulundu.

Vietnam gazilerinin çocuklarında, babalarının travmatik deneyimleriyle bağlantılı olarak kaygı ve depresyon belirtileri tespit edildi.

Ruanda, Kamboçya ve Tutsi soykırımı sonrası nesillerde, annelerin hamilelik sırasında yaşadığı stresin çocukların psikolojisini ve biyolojisini şekillendirdiği görüldü.

1944-45 Hollanda Açlığı sırasında anne karnında olan bebekler, yetişkin olduklarında ve onların çocuklarında dahi diyabet, obezite ve psikiyatrik sorunlarda artış gözlendi.

Bu bulguların ortak noktası; travmanın epigenetik mekanizmalar yoluyla, yani DNA dizilimi değişmeden genlerin çalışma biçiminin değişmesiyle, nesiller boyunca aktarılabildiğidir.

Anne ve Babanın Travma Aktarımındaki Farklı Rolleri

Araştırmalar, travmanın çocuklara aktarımında annenin ve babanın etkilerinin farklı olabileceğini gösteriyor.

Annenin hamilelikte yaşadığı travma, fetüs üzerinde doğrudan ve kalıcı etkiler yaratabiliyor. Anne karnındaki bebek, annenin stres hormonlarına maruz kalıyor; bu durum, bebeğin stres sisteminin gelişimini ve ruhsal dayanıklılığını şekillendiriyor.

Baba ise, özellikle ergenlik sonrasında yaşadığı travmalarla sperm hücrelerinde epigenetik değişikliklere yol açabiliyor. Hayvan deneylerinde, stresli ortama maruz bırakılan erkeklerin yavrularında da benzer biyolojik ve davranışsal değişiklikler ortaya çıkıyor.

Kısacası; travma mirası hem anne hem babadan, ama farklı yollarla gelebiliyor.
Bunun yanında, travmanın aktarımında annenin yaşı, stresin tipi, çocuğun cinsiyeti ve travmanın ne zaman yaşandığı gibi birçok değişken de etkili olabiliyor.

Epigenetik Değişiklikler Geri Döndürülebilir mi?

Belki de en umut veren bulgu, epigenetik değişikliklerin “kader” olmadığı, çevresel ve psikososyal müdahalelerle değiştirilebileceğidir.

Farelerde, düşük bakım gören yavrular sosyal açıdan zengin ortamlara alındığında, epigenetik ve davranışsal izler olumluya dönebiliyor.

İnsanlarda ise; destekleyici aile ortamı, sevgi, psikoterapi, sosyal destek gibi olumlu faktörler, travmanın etkilerini hafifletebiliyor ve hatta bazı epigenetik izlerin silinmesine yol açabiliyor.

Bu bulgular, travmanın aktarımının zorunlu olmadığını, iyileşme ve direnç gibi olumlu özelliklerin de kuşaklar boyunca aktarılabileceğini gösteriyor.

Toplumsal ve Kültürel Aktarım: Kolektif Hafızadan Biyolojiye

Kuşaklararası travma sadece bireysel ya da aile içi bir mesele değildir; aynı zamanda toplumsal ve kültürel boyutu da vardır.

Amerikan yerlileri, Afro-Amerikan toplulukları, Aborjinler, Filistinliler ve Yugoslavya’daki savaş mağdurları gibi toplumlarda; kölelik, soykırım, sürgün ve savaş gibi toplumsal travmalar nesiller boyunca hem kimlik arayışına hem de ruhsal hastalıklara neden olabiliyor.

Kültürel hafıza, toplumsal dayanışma, nesiller boyu aktarılan hikâyeler ve toplumsal yas tutma biçimleri de psikolojik mirası şekillendiriyor.

Psikodinamik ve Epigenetik Aktarımın Kesişim Noktası

Sonuçta, travmanın kuşaklararası aktarımı psikodinamik (aile içi, ilişkisel, duygusal) ve epigenetik (biyolojik, kalıtsal) yollarla gerçekleşiyor.
Çocuklar, ebeveynlerinin işleyemediği duyguların yanı sıra, biyolojik izleri de taşırken; toplumsal travmalar, bu bireysel yükü daha da derinleştiriyor.

Tüm bu bilimsel bulgular, travmanın bir “kaçınılmaz kader” olmadığını ve hem biyolojik hem de psikolojik olarak iyileşmenin nesiller boyunca mümkün olabileceğini gösteriyor.

Kuşaklararası travma, bilim insanlarıyla ruh sağlığı çalışanlarının çözmeye çalıştığı karmaşık ama umut dolu bir alan. Artık biliyoruz ki; iyileşme, sevgi, direnç ve sağlıklı ilişkiler de tıpkı travma gibi aktarılabilir. Geçmişin yükleriyle birlikte, geleceğe umut ve güç bırakmak da mümkün.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynakça

  • Yehuda, R., & Lehrner, A. (2018). Intergenerational transmission of trauma effects: putative role of epigenetic mechanisms. World Psychiatry, 17(3), 243-257.

  • Meaney, M. J., et al. (1980-2020). Epigenetics and the biological basis of parental care and stress responses.

  • Perroud, N., et al. (2014). The Tutsi genocide and transgenerational transmission of maternal stress: epigenetics and biology of the HPA axis. World J Biol Psychiatry, 15:334-45.

  • Field, N. P., Muong, S., Sochanvimean, V. (2013). Parental styles in the intergenerational transmission of trauma stemming from the Khmer Rouge regime in Cambodia. Am J Orthopsychiatry, 83:483-94.

Devamı
featured_image

Travma Terapisi: Gerçek Nedir?

Yazar: Tuğçe Turanlar27 Ocak 2025 Bireysel Terapi, EMDR Terapisi, Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Travma terapisi, geçmişte yaşanan acı dolu anılarla yüzleşmek için değil, bu anıların hayatımız üzerindeki etkilerini anlamlandırmak ve hafifletmek için yapılan bir çalışmadır. Travma, yaşamımızda derin izler bırakabilir; ancak travma terapisi bu izleri silmeyi değil, onların hayatımıza olan etkisini azaltmayı amaçlar.

Travmanın Doğası ve Etkileri

Travma, yalnızca zihinsel bir deneyim değildir. Bedenimizde de derin izler bırakır. Dr. Bessel van der Kolk’un The Body Keeps the Score kitabında belirttiği gibi, travmatik anılar beynimizin normal işleyişini kesintiye uğratır ve sinir sistemimizi etkiler. Bu etkiler, güvenlik hissimizi bozarak “geçmişte sıkışıp kalmış” gibi hissetmemize neden olur.

Travma terapisi, bu anıları tekrar tekrar konuşarak acıyı derinleştirmez. Bunun yerine, bu anılar üzerinde çalışarak onların üzerimizdeki kontrolünü azaltmayı ve daha dengeli bir yaşam sürdürmeyi hedefler.

Dayanıklılık Penceresi: Güvende Hissetmek

Travma terapisi sırasında, bireyin “dayanıklılık penceresi” içinde çalışması büyük önem taşır. Bu kavram, Dr. Dan Siegel tarafından geliştirilmiş ve kişinin duygusal olarak dengede kalabileceği, zor duygularla başa çıkabileceği alanı ifade eder. Terapistler, bireyin bu pencere içinde kalmasına yardımcı olarak, terapi sürecinin yeniden travmatize edici olmasını önler.

Dayanıklılık penceresi içinde kalan birey:

  • Zorlayıcı duygularla başa çıkabilir.
  • Anda kalmayı başarabilir.
  • Duygusal dengesini yeniden kazanabilir.

Travmanın Bedensel Boyutu

Travma yalnızca zihnimizde değil, bedenimizde de yaşar. Peter Levine’nin geliştirdiği Somatik Deneyimleme yöntemi, bedenimizde depolanan travma izlerini anlamaya ve serbest bırakmaya odaklanır. Bu süreçte, bedenimizdeki travmatik enerjiyi fark eder ve yönetmeyi öğreniriz.

Aynı şekilde, EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yöntemi de travmatik anıların işlenmesine olanak tanır. Bu yöntem sayesinde, geçmişte “kilitli” kalan travmatik anılarımızı güvenli bir şekilde yeniden işler ve üzerimizdeki etkilerini azaltırız.

Parça Çalışması: Kendimizi Tanımak

Travma terapisi, bireyin içsel dünyasını keşfetmesine de yardımcı olur. Richard Schwartz’ın İçsel Aile Sistemi Terapisi yaklaşımında, bireyin içindeki farklı parçaların travmatik deneyimlere karşı savunma mekanizması geliştirdiği vurgulanır. Bu parçalar, çoğu zaman korku, öfke veya korunma duygularını taşır.

Terapide bu parçalarla savaşmak yerine, onları anlamak ve kabul etmek hedeflenir. Bu sayede, kendi içsel bütünlüğümüzü yeniden inşa ederiz.

Çift Farkındalık: Geçmiş ve Şimdi Arasında Dengede Kalmak

Travma terapisi, bireyin bir yandan geçmişteki anıları işlerken diğer yandan şu anda güvende olduğunun farkında olmasını sağlar. Çift farkındalık yaklaşımı, bireyin:

  • Travmatik anıları yeniden işlerken bunaltıcı hissetmesini önler.
  • Anda kalma becerisini geliştirir.
  • Güvenli bir alan yaratarak iyileşme sürecine destek olur.

Travma Terapisinin Nihai Amacı

Travma terapisi, kırılmış olanı düzeltmekle ilgili değildir. Aksine, bireyin kendi gücünü keşfetmesine ve yaşamına daha anlamlı bir şekilde devam etmesine olanak tanır. Travmanın bozduğu yönleri yeniden inşa etmek, içsel bütünlüğü sağlamak ve şefkatle kendimize yaklaşmak, bu sürecin sunduğu en kıymetli hediyelerdir.

Travma terapisi sayesinde, geçmişin ağırlığından kurtularak kendimizle ve hayatımızla yeniden bağ kurabiliriz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Online psikolojik danışmanlık randevusu almak için yulepsikoloji@gmail.com adresine mail atabilir ya da 0532 053 3992 whatsapp üzerinden mesaj atarak iletişime geçebilirsiniz.


Kaynaklar

  • Levine, P. A., & Frederick, A. (2015). Kaplanı uyandırmak: Travmayı iyileştirmek (Z. Yalçınkaya, Çev.). İstanbul: Butik Yayıncılık.
  • Shapiro, F. (2017). EMDR: Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (3. baskı). İstanbul: Okuyan Us Yayınları.
  • Siegel, D. J. (1999). Gelişen Zihin: İlişkiler ve Beynin Kim Olduğumuzu Şekillendirmesi (Çev. İ. Y. Altınışık). İstanbul: Alfa Yayınları.
  • Van der Kolk, B. A. (2019). Beden kayıt tutar: Beyin, zihin ve bedenin travmayı iyileştirmesi (A. Aydoğan, Çev.). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
  • Schwartz, R. C. (1995). İçsel Aile Sistemleri Terapisi (Çev. İ. Y. Altınışık). İstanbul: Alfa Yayınları.
Devamı
featured_image

Stockholm Sendromu Bir Hastalık mı?

Yazar: Tuğçe Turanlar31 Ocak 2024 Depresyon, İlişkiler, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Stockholm Sendromu, psikolojik bir yanıt olarak, bir rehine veya taciz mağdurunun, kendisine zarar veren kişiye karşı olumlu duygular geliştirmesi durumudur. Bu durum, rehin alınma veya kötü muamele gören bireylerin, saldırganlarına karşı anlayış, sempati veya diğer pozitif duyguları beslemesiyle karakterize edilir.

Stockholm Sendromu

İlk olarak 1973’te, Stockholm, İsveç’te bir banka soygunu sırasında tanımlanmıştır. Bu olayda, dört banka çalışanı, soygun yapan iki kişi tarafından rehin alındı. Altı gün süren bir polis kuşatmasının ardından serbest bırakılan rehineler, kaçıranlarına karşı güçlü duygusal bağlar geliştirdi ve onları savunarak, hatta avukat tutarak destek oldu. Rehineler, kaçıranların kendilerine iyi davrandığını ve fiziksel zarar vermediğini belirtti. Bu olayın ardından, rehinelerin kaçıranlarıyla kurduğu bu tür duygusal bağlar için ‘Stockholm Sendromu’ terimi kullanılmaya başlandı​​.

Stockholm Sendromu, bir zihinsel sağlık durumu olarak resmi olarak tanınmasa da, zor durumlarla başa çıkmak için bir adaptasyon mekanizması olarak değerlendirilir.

Bu sendrom, sadece rehine durumlarıyla sınırlı değildir ve çocuk istismarı, cinsel taciz, aile içi şiddet gibi diğer kötüye kullanım durumlarında da gözlemlenebilir.

Semptomlar

Koruma ve Kurtarma İsteği

Mağdur, kaçıran kişinin eylemlerini anlamaya çalışır ve onlara acır.

Kaçıranın Nedenlerini ve Amaçlarını Mantıklı Bulma

Mağdur, kaçıranın nedenlerini ve amaçlarını makul bulabilir.

Kaçıranın İyiliğine ve İnsanlığına İnanma

Mağdur, kaçıranın iyiliğine inanabilir ve onu bir tehdit olarak görmeyebilir.

Kaçırandan Sonra Olumlu Duygular Besleme

Mağdur, serbest bırakıldıktan sonra bile kaçıran(lar)a karşı olumlu duygular besleyebilir.

Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Duygular

Mağdur, polis, aile ve arkadaşlar gibi kurtarıcılara karşı olumsuz duygular besleyebilir​​.

Örnekler

Patricia Hearst (1974)

1974 yılında, 19 yaşındaki Patricia Hearst, radikal bir solcu grup olan Symbionese Liberation Army (SLA) tarafından kaçırıldı. Bu olay, Amerikan tarihindeki en çarpıcı kaçırma vakalarından biri olarak kaydedilmiştir.

Patricia Hearst, kaçırıldıktan sonra, birkaç hafta boyunca SLA tarafından alıkonuldu ve çeşitli tehditlere maruz kaldı. İlginç bir şekilde, kaçırıldıktan bir süre sonra, Hearst’ün SLA’nın siyasi davasına katıldığı ve hatta grupla birlikte bir dizi silahlı soyguna katıldığı görüldü.

1975’te Hearst, FBI tarafından yakalandı ve banka soygunu da dahil olmak üzere bir dizi suçtan dolayı mahkum edildi. Ancak, hapis cezası, 1979 yılında Başkan Jimmy Carter tarafından hafifletildi ve 2001 yılında Başkan Bill Clinton tarafından tam bir af ile sonuçlandı.

Natascha Kampusch (1988)

Natascha Kampusch’un hikayesi, gerçekten trajik ve üzücü bir olay. 1988 doğumlu Natascha Kampusch, 10 yaşında iken Wolfgang Priklopil tarafından kaçırıldı. Olay, 1998 yılında Avusturya, Viyana’da gerçekleşti. Kampusch, kaçırıldıktan sonra sekiz yıl boyunca, Priklopil’in evinin bodrumunda tutuldu. Bu süre zarfında, ciddi bir şekilde izole edilmiş ve çeşitli fiziksel şiddetlere maruz kalmıştır.

2006 yılında, Kampusch kaçmayı başardı ve özgürlüğüne kavuştu. Kaçtıktan kısa bir süre sonra, Priklopil’in intihar ettiği haberini aldı. Bu haber onda derin bir üzüntüye neden oldu. Kampusch, daha sonra yaptığı açıklamalarda, Priklopil’in kendisine zaman zaman nazik davrandığını, ancak aynı zamanda fiziksel şiddet uyguladığını da belirtti.

Bu olay, Avusturya’da ve dünya genelinde büyük yankı uyandırdı. İnsan kaçakçılığı, çocuk kaçırma gibi konuların daha fazla farkındalık kazanmasına yol açtı. Kampusch’un yaşadıkları, birçok kitap, film ve belgesele konu oldu. Bu trajik olayın mağdurunun cesaret ve direnci, birçok insan tarafından takdir edildi.

TWA Uçuş 847 (1985)

Imad Mugniyah tarafından düzenlenen bu uçuş kaçırılmasında, rehineler iki haftadan fazla bir süre boyunca tutuldu. Bazı rehineler, kaçıranların taleplerine sempati duyduklarını bildirdi. Bu olay, rehine ve kaçıran arasındaki karmaşık duygusal bağların bir başka örneğini oluşturuyor.

Stockholm sendromunun istismarcı ilişkiler ve seks ticareti gibi diğer durumlarla ilişkisi, mağdurların zorlayıcı ve tehlikeli ortamlarda nasıl tepki gösterebileceğini gösterir.

  • İstismarcı İlişkiler: İstismarcı ilişkilerde, mağdur olan partner, sürekli istismara maruz kalsa da, istismarcı partnerin ara sıra gösterdiği nezakete odaklanabilir. İstismarcı partner, tehditler ve manipülasyon araçları kullanarak, mağduru istismarın bir sevgi göstergesi olduğuna inandırabilir. Bu, mağdurun ilişkide kalmasına ve dışarıdan gelen yardımı reddetmesine neden olabilir. Mağdur, istismarcıdan ayrılmayı sevgiye ihanet olarak görebilir.
  • Seks Ticareti: Karen ve Hasen tarafından 2018’de yapılan bir araştırmada, seks ticaretine konu olan kadınların Stockholm sendromu geliştirip geliştirmediği incelenmiştir. Araştırma, bazı kadınların tacirlerden ve müşterilerden aldıkları nezaketin ötesinde, onlarla bir aile kurmayı umut ettiklerini göstermiştir. Bu, zorla tutuldukları durumda bile, tacir veya müşterilerle duygusal bağlar geliştirebileceklerini gösterir.

Her iki durumda da, Stockholm sendromu, mağdurların zor ve zarar verici koşullar altında kendilerini korumak için geliştirdikleri bir psikolojik savunma mekanizması olarak görülebilir. Bu sendrom, mağdurların travmatik durumlarla başa çıkma şekillerini ve duygusal bağların nasıl yanıltıcı olabileceğini anlamamızı sağlar.

Tedavi ve Başa Çıkma

Stockholm Sendromu, resmi olarak tanınmış bir zihinsel durum olmamasına rağmen, ilişkili semptomların hafifletilmesi için psikoterapi ve ilaç tedavisi uygulanabilir. Tedavi, mağdurun geçmişteki deneyimleri işlemesine ve ileriye doğru adımlar atmasına yardımcı olabilir​​.

Stockholm Sendromu, zorlu ve travmatik deneyimlerin bir sonucu olarak gelişebilir ve mağdurların gelecekteki ilişkilerini etkileyebilir. Sendromun ardındaki psikoloji henüz tam olarak anlaşılamamış olup, daha fazla araştırma gerektirmektedir​​. Bu karmaşık ve çoğu zaman yanıltıcı durumu anlamak, mağdurların iyileşme sürecine önemli katkılar sağlayabilir.

Yule Piskoloji Enstitüsü

Kaynaklar

De Fabrique, N., Romano, S. J., Vecchi, G. M., & Van Hasselt, V. B. (2007). Understanding stockholm syndrome. FBI L. Enforcement Bull., 76, 10.

Namnyak, M., Tufton, N., Szekely, R., Toal, M., Worboys, S., & Sampson, E. L. (2008). ‘Stockholm syndrome’: psychiatric diagnosis or urban myth?. Acta Psychiatrica Scandinavica, 117(1), 4-11.

 

 

Devamı
featured_image

Uyumsuz Hayal Kurma (Maladaptive Daydreaming)

Yazar: Tuğçe Turanlar18 Ocak 2024 Kişisel Gelişim, Rüya, Travma, Uyku Bozuklukları0 Yorum

Uyumsuz hayal kurma (Maladaptive Daydreaming), kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyen aşırı ve kontrol edilemeyen hayal kurma durumudur. Bu durum, kişinin gerçek dünya ile bağlantısının kopmasına ve sosyal etkinlikler, iş, hobiler gibi günlük faaliyetlerde zorluklar yaşamasına neden olabilir. Maladaptive daydreaming, bireylerde genellikle utangaçlık ve suçluluk hissi gibi olumsuz duygulara yol açar. Bazı durumlarda, bu tür hayal kurmanın ihtiyaç haline gelmesi ve kişinin bunu yapamadığında rahatsızlık hissetmesi gibi bağımlılık benzeri özellikler görülebilir.

Uyumsuz hayal kurmanın kesin nedenleri henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da, bazı uzmanlar bunun kaygı, depresyon ve diğer zihinsel sağlık koşulları gibi problemlerle başa çıkma mekanizması olarak gelişebileceğini düşünmektedir. Uyumsuz hayal kurmanın tanısı, henüz resmi olarak tanınan bir durum olmadığı için doğrudan konulamamaktadır. Ancak, bu durumu tespit etmek için kullanılan özel anketler ve tanı ölçekleri bulunmaktadır.

Uyumsuz hayal kurma, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (ADHD), anksiyete bozukluğu, majör depresif bozukluk ve obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) gibi diğer tanınmış zihinsel bozukluklarla birlikte görülebilir. Tedavi açısından, uyumsuz hayal kurmanın resmi bir tanı veya standart bir tedavisi bulunmamaktadır.

Uyumsuz hayal kurma, kişinin hayatında ciddi aksamalara neden olur. Bu nedenle, bu durumu daha fazla ilerlemeden tedavi etmek önemlidir. Her birey farklı olduğu için, tedavi süreci de kişiye özel olarak planlanmalıdır.​

Uyumsuz hayal kurma durumunu kendi başınıza yönetmek için birkaç strateji uygulayabilirsiniz. İşte deneyebileceğiniz bazı yöntemler:

Hayallerinizi Yazın

Uyumsuz hayallerinizi detaylı bir şekilde yazmak, bu hayallere daha objektif bir bakış açısıyla yaklaşmanıza yardımcı olur. Bu süreç, hayallerin cazibesini azaltır ve sıklığını düşürür.

Farkındalık ve Kendinizi Yakalama

Uyumsuz hayal kurmaya başladığınızı fark etmek önemlidir. Eğer kendinizi hayal kurarken bulursanız, zihinsel olarak yoğunlaşmanızı gerektiren bir aktiviteye yönelin. Örneğin bir bulmaca çözmek veya bir oyun oynamak gibi. Tetikleyici olabilecek şeylerden kaçının; müzik gibi.

Hayalleri Değiştirmek

Yaratıcılığınızı kullanarak hayallerinizi daha az çekici hale getirin. Örneğin, ünlü olmak gibi hayalleriniz varsa, bu senaryoların olumsuz yönlerini hayal edin. Bu, hayalin cazibesini azaltır.

Rasyonalist Zihniyet

Uyumsuz hayal kurmaya başlamanızın nedenlerini anlamaya çalışın. Genellikle stres veya travma gibi durumlarla başa çıkma amacı taşır. Bu anlayış, temel nedenle yüzleşmenize yardımcı olur.

Mutluluk Üzerindeki Etkisini Anlamak

Hayal kurmanın geçici bir mutluluk hissi sağlayabileceğini, ancak aynı zamanda gerçek hayattan memnuniyetsizlikle sonuçlanabileceğini kabul edin. Sağlıklı hayal kurma ile uyumsuz hayal kurma arasında denge kurmak genel refahınız için önemlidir.

Tetikleyicilerinizi Bilin

Uyumsuz hayal kurmanızı tetikleyen şeyleri belirleyin. Bu durumlardan kaçınmak veya daha sağlıklı başa çıkma yolları bulmak için önlemler alın.

Yapılacaklar Listesi Kullanın

Kendinizi meşgul tutmak, hayal kurmak için ayırdığınız zamanı azaltır. Bu, gerçek hayattaki görevlere ve hedeflere odaklanmanıza yardımcı olur.

Meditasyon

Düzenli meditasyon, özellikle farkındalık meditasyonu, odaklanmanızı iyileştirir. Sizi şimdiki ana daha bağlı tutar.Böylece hayal kurmaya kayma eğiliminiz azalır.

Bu stratejiler, uyumsuz hayal kurma durumunu yönetmek için kendi kendine yardım araçlarıdır ve bir dereceye kadar etkili olur. Ancak, uyumsuz hayal kurma hayatınızı önemli ölçüde etkiliyorsa, profesyonel yardım almak tavsiye edilir. Terapistler, bu durumla daha etkili bir şekilde başa çıkmak için kişiselleştirilmiş stratejiler ve destek sağlayabilirler​​​​.

Yule Psikoloji Enstitüsü

Kaynaklar

Somer, E., Soffer-Dudek, N., & Ross, C. A. (2017). The comorbidity of daydreaming disorder (maladaptive daydreaming). The Journal of Nervous and Mental Disease, 205(7), 525-530.

Somer, E., Somer, L., & Jopp, D. S. (2016). Childhood antecedents and maintaining factors in maladaptive daydreaming. The Journal of nervous and mental disease, 204(6), 471-478.

Devamı
featured_image

Yetişkinlerde Travma

Yazar: Tuğçe Turanlar15 Ocak 2024 Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Yetişkinlerde travma, çocukluk çağında yaşanmış olaylardan, ani şiddet içeren olaylara veya sürekli stres faktörlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Bu tür deneyimler, bireyin duygusal ve fiziksel sağlığını derinden etkiler. Yetişkinlerde görülen travma semptomları arasında kaygı, depresyon, öfke patlamaları, sosyal izolasyon, uykusuzluk ve konsantrasyon güçlüğü bulunmaktadır.

Travma

Travma, bireyin başa çıkma yeteneğini aşan olaylara verilen bir tepkidir ve güvenlik duygusunu sarsarak kişiyi çaresiz hissettirir. Kişiden kişiye farklılık gösteren subjektif bir deneyimdir. Yaşamı tehdit eden olaylar kadar tehdit etmeyen olaylar tarafından da tetiklenir. Travmatik olaylar, kazalar veya şiddet gibi tek seferlik olaylardan, tehlikeli bir bölgede yaşamak veya tekrarlanan kötü muamele gibi sürekli stres faktörlerine kadar değişir.

Travmanın etkileri, hem duygusal hem de fiziksel olarak çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Kişiler, psikolojik sıkıntı, hafıza ve konsantrasyon problemleri, korku, üzüntü, sinirlilik, öfke, sosyal çekilme ve baş ağrısı, terleme veya artmış kalp hızı gibi fizyolojik semptomlar yaşarlar. Bu tepkiler, olayın anımsatıcılarından kaçınma, günlük rutinlerle bağlantıyı kaybetme, iştah değişiklikleri, madde kullanımı ve uyku problemleri gibi davranış değişikliklerine yol açar.

Yetişkinlerde Travma Türleri

Akut Travma

Bu tür travma, genellikle tek bir olay sonucu meydana gelir. Örneğin, bir trafik kazası, şiddetli bir saldırı veya başka bir ani, şok edici olay akut travmaya neden olabilir. Bu tür travma genellikle olay sonrasında ortaya çıkan yoğun bir stres ve tepki dönemi ile karakterizedir.

Kronik Travma

Kronik travma, tekrarlanan ve uzun süreli travmatik olaylardan kaynaklanır. Örnekler arasında sürekli ev içi şiddet, çocukluk çağı istismarı veya savaş gibi uzun süreli tehlikeli durumlar vardır. Kronik travma, bireyin uzun süreli stres ve baskı altında kalmasına neden olur ve genellikle daha derin ve karmaşık psikolojik sorunlara yol açar.

Karmaşık Travma

Karmaşık travma, birden fazla travmatik olayın veya durumun birikimi sonucu ortaya çıkar. Bu tür travma, genellikle kişinin hayatında defalarca tekrarlanan veya uzun süreli travmatik deneyimlerden kaynaklanır. Bireyin dünya görüşü, kimlik algısı ve ilişkileri ciddi şekilde etkilenir.

Travma ayrıca bedenin “acil durum moduna” girmesine neden olabilir. Bu, bedenin hayatta kalma şansını artırmak için tasarlanmış geçici bir tepki mekanizmasıdır. Örneğin, tehlike anında beden adrenalin salgılayarak, enerji seviyesini artırarak ve dikkati yoğunlaştırarak reaksiyon süresini kısaltır. Ancak bu durum, tehdit geçtikten sonra bile devam edebilir ve yorgunluk, uykusuzluk, kaygı gibi semptomlara yol açabilir. Bu sürekli yüksek uyarılma durumu, bedenin ve zihnin normal dengesini bozar ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açar.

İyileşme Süreci

Travmadan iyileşme süreci, travmatik deneyimi ve onun etkisini kabul etmeyi, normal rutini sürdürmeyi, travmatik olayla yüzleşmeyi, duyguları ifade etmeyi ve yoga veya meditasyon gibi rahatlama tekniklerini kullanmayı içerir. Alkol veya uyuşturucu gibi maddelerin aşırı kullanımından kaçınmak ve daha iyi hissedene kadar önemli kararlar almaktan kaçınmak önemlidir. Düzenli egzersiz yapmak ve aile, arkadaşlar veya profesyonellerden destek almak da iyileşme sürecine yardımcı olur. Sağlıklı beslenme, egzersiz ve yeterli uyku gibi kendine özen gösterme pratikleri ile destek sistemleri aracılığıyla direnci geliştirmek, iyileşme için hayati öneme sahiptir.

Yetişkinlerde Travma

Yule Psikoloji Enstitüsü

Kaynaklar

Cook, A., Spinazzola, J., Ford, J., Lanktree, C., Blaustein, M., Cloitre, M., & Van der Kolk, B. (2005). Complex trauma. Psychiatric annals, 35(5), 390-398.

Smelser, N. J. (2004). Psychological trauma and cultural trauma. Cultural trauma and collective identity, 4, 31-59.

Judd, M. A., & Redfern, R. (2011). Trauma. A companion to paleopathology, 357-379.

Devamı
featured_image

Depresyon Nedir? Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Yazar: Tuğçe Turanlar12 Ocak 2024 Depresyon, Travma, Yas ve Kayıp0 Yorum

Depresyon Nedir

Kişinin hayatındaki aktivitelerde ilgi kaybı ve sürekli bir üzüntü hissi ile karakterize bir ruh hali bozukluğudur. Çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir ve her yaştan insanı etkileyebilir.

Depresyon Belirtileri

Depresyonun belirtileri kişiden kişiye değişkenlik gösterse de, genellikle şunları içerir:

  • Derin üzüntü, umutsuzluk veya endişe hissi
  • Normalde keyif aldığınız şeylere ilginin azalması
  • Aşırı yeme veya yetersiz yeme, uykusuzluk veya aşırı uyuma
  • Düşük enerji ve yorgunluk
  • Odaklanma, karar verme veya hatırlama zorluğu
  • Fiziksel ağrılar (baş ağrısı, mide ağrısı)
  • Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri

Depresyon Nedir ve Depresyon Türleri Nelerdir

Depresyonun çeşitli türleri vardır ve her biri farklı özellikler ve tetikleyiciler gösterir:

Majör Depresyon

Majör depresyon, kişinin günlük yaşamını, işlevselliğini ve genel ruh halini ciddi şekilde etkileyen bir ruhsal bozukluktur. Genellikle derin üzüntü, ilgi kaybı ve enerji düşüklüğü ile karakterize edilir. Hem genetik hem de çevresel faktörlerden kaynaklanır. Kişinin yeme, uyku ve sosyal etkileşim gibi temel yaşam alışkanlıklarını olumsuz yönde etkiler. Bu durum, kişinin normal aktivitelere karşı isteksizlik hissetmesine ve hayattan zevk alamaz hale gelmesine neden olur.

Belirtileri:

  • Sürekli ve derin bir üzüntü, boşluk veya umutsuzluk hissi
  • Günlük aktivitelere, hobilere ve sosyal etkinliklere karşı ilgi kaybı
  • Yorgunluk ve enerji eksikliği
  • İştah ve uyku düzeninde önemli değişiklikler
  • Kendine zarar verme veya intihar düşünceleri
  • Konsantrasyon ve karar verme güçlüğü
  • Kendini değersiz veya suçlu hissetme

Mevsimsel Depresyon

Mevsimsel depresyon, sonbahar ve kış aylarında görülen, mevsim değişikliklerine bağlı duygusal düşüşlerle tanımlanan bir depresyon türüdür. Genel depresyonun bir alt tipi olarak kabul edilir ve tedavisi genellikle ışık terapisi gibi mevsime özgü yöntemleri içerir.

  • Sabahları zor uyanma ve sabah yorgunluğu
  • Aşırı yeme ve uyuma eğilimi, özellikle karbonhidratlara yönelme
  • Kilo artışı
  • Genel bitkinlik ve enerji düşüklüğü
  • Konsantrasyon güçlüğü
  • Sosyal aktivitelerden ve çevreden uzaklaşma
  • Karamsarlık ve umutsuzluk
  • Hayattan keyif alamama

Mevsimsel depresyon, bazı canlıların kış uykusu alışkanlıklarıyla benzerlik gösterir. İnsanlarda bu durum, modern yaşamın gerekliliklerine uyum sağlamada zorluklara yol açabilir ve ciddi depresyon hallerine dönüşebilir. Bu belirtiler her kış meydana geliyorsa, tanı ve tedavi için bir sağlık profesyoneline başvurmak önemlidir.

Postpartum Depresyon

Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonra ilk yıl içinde ortaya çıkabilen, kaygı, takıntı, umutsuzluk ve yalnızlık hisleri içeren bir duygu durum bozukluğudur. Kendine veya bebeğe zarar verme düşünceleri ve intihar düşünceleri içerebilir ve doğumdan hemen sonra ya da ilk yıl içinde herhangi bir zamanda başlayabilir.

Atipik Depresyon

Gülümseyen depresyon (Atipik depresyon), bireyin derin üzüntü ve moral bozukluğu yaşarken dışarıya karşı mutlu ve iyi görünme çabasıdır. Bu durum, genellikle kişinin içsel duygularını ve sıkıntılarını saklamasını içerir. Atipik depresyon terimi, bu durum için sıklıkla kullanılır ve birey, gerçekte umutsuz ve mutsuz hissetmesine rağmen, dışarıdan bakıldığında normal veya mutlu görünebilir. Bu tür depresyonun teşhisi için belirtilerin en az iki hafta sürmesi gerekir.

Distimi (Kronik Depresyon)

Distimi, aynı zamanda kronik depresyon olarak da bilinen, uzun süreli bir depresyon formudur. Bu durum, en az iki yıl süren hafif ila orta derecede depresif belirtilerle karakterize edilir. Distimi, majör depresif bozukluktan daha az şiddetli olmasına rağmen, sürekliliği ve uzun vadeli etkileri nedeniyle kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir.

Distiminin Belirtileri:

  • Sürekli, hafif/orta derecede üzüntü veya depresif ruh hali
  • Enerji eksikliği ve yorgunluk
  • Uyku ve iştah değişiklikleri
  • Düşük öz saygı ve umutsuzluk
  • Odaklanma ve karar verme güçlükleri

Depresyonla Başa Çıkma

Depresyonla başa çıkma konusunda uygulanabilecek birkaç strateji var. Bu stratejiler, depresyonun etkilerini azaltmaya ve kişinin genel iyilik halini iyileştirmeye yardımcı olur:

  • Sosyal Bağlantıları Koruma: Depresyonla mücadele ederken insanlar genellikle kendilerini izole eder. Ancak; aile, arkadaşlar ve çevreyle bağlantıda kalmak, destek sağlar ve iyileşme sürecine katkıda bulunur. Sosyal etkileşimler, olumlu duyguları artırıp izolasyon hissini azaltır.
  • Aktif Olmak: Fiziksel aktivite, depresyon semptomlarını hafifletmek için etkili bir yoldur. Düzenli egzersiz, serotonin ve endorfin gibi iyi hissettiren kimyasalların seviyelerini artırır, stresi azaltır ve genel ruh halini iyileştirir. Hafif yürüyüşlerden yoga ve aerobik egzersizlere kadar her türlü aktivite faydalı olur.
  • Olumlu Düşünceyi Teşvik Etmek: Depresyon sırasında olumsuz düşünce kalıpları yaygındır. Bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi ve olumlu düşünceler koymak önemlidir.
  • Sağlıklı Yaşam Tarzı: Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, depresyonla mücadelede kilit bir rol oynar. Düzenli uyku, dengeli ve besleyici bir diyet, ruh halini ve genel sağlığı iyileştirebilir.

Bu stratejilerin yanı sıra, profesyonel yardım almak da çok önemlidir. Bir sağlık profesyoneli, depresyonla mücadelede size özel bir tedavi planı sunar. Gerekirse ilaç veya terapi gibi tedavi seçeneklerini önerir. Depresyon ciddi bir sağlık durumudur ve uygun tedavi ile yönetilebilir. Kendinizi kötü hissettiğinizde profesyonel yardım almakta tereddüt etmeyin​​.

Depresyon nedir? Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Yule Psikoloji Enstitüsü

Kaynaklar

Causes, A. T. (2015). Heterogeneity of postpartum depression: a latent class analysis. The Lancet Psychiatry, 2(1), 59-67.

Keck, M. E. (2010). Depression. Switzerland: Lundbeck (Schweiz) AG.

Knoll, A. T., & Carlezon Jr, W. A. (2010). Dynorphin, stress, and depression. Brain research, 1314, 56-73.

Miller, L. J. (2002). Postpartum depression. Jama, 287(6), 762-765.

Mete, H. E. (2008). Kronik hastalık ve depresyon. Klinik Psikiyatri, 11(3), 3-18.

 

Devamı
featured_image

Travma Bağı Nedir, Travma Bağından Nasıl Kurtulurum?

Yazar: Tuğçe Turanlar23 Aralık 2023 İlişkiler, Travma0 Yorum

Travma Bağı Nedir?

Travma bağı, genellikle zorlu ve toksik ilişkilerde, kişinin istismarcıya karşı duyduğu sağlıksız bağlılığı olarak tanımlanır. Örneğin, biri uzun süreli duygusal veya fiziksel istismar yaşadığında, ona zarar veren kişiye karşı empati ve bağlılık hisseder. Bu durum kurbanın, istismarcının davranışlarını normalleştirme ve onları savunma eğiliminde olmasına yol açar. Bu genellikle istismarcının kontrol ve manipülasyonuna bağlı olarak gelişir. Kişi, kendini bu zararlı ilişkiden kurtarmayı zorlaştırır.

Travma Bağının Belirtileri

  • Aşırı Duygusal Bağlılık: Size kötü davranan kişiye karşı yoğun bir bağlılık ve ihtiyaç duygusu geliştirirsiniz. Bu kişi olmadan yaşayamayacağınızı ya da mutlu olamayacağınızı hissedersiniz.
  • Rasyonalizasyon ve İdealizasyon: İstismarcının davranışlarını normalleştirir veya mazur görürsünüz. Onun iyi yönlerini abartır ve kötü davranışlarını göz ardı eder veya haklı çıkarırsınız.
  • Bağımlılık ve Korku: Size kötü davranan o kişi olmadan yapamayacağınız korkusu geliştirirsiniz. Bu korku; yalnız kalma, terk edilme ya da sevilmeme korkusu gibi korkular olur.
  • Duygusal Dalgalanmalar: İlişkinizde sık sık duygusal iniş çıkışlar yaşarsınız. İstismarcıyla olan iyi zamanlarınız. kötü zamanlara göre daha az olur; ancak bu iyi zamanlar sizi ilişkide tutar.
  • İlişkinin Döngüsel Doğası: İstismarcı ile aranızdaki ilişki genellikle bir döngü izler: toksik davranış, pişmanlık, barışma ve tekrar toksik davranış. Bu döngü, bağlılığınızı sürdürür.
  • Kendini Değersiz Hissetme: Kendi değerinizi ve ihtiyaçlarınızı göz ardı eder kendinizi istismarcının ihtiyaçlarına göre şekillendirirsiniz.
  • İzolasyon: Diğer insanlardan ve destek kaynaklarından uzaklaşabilirsiniz, çünkü ilişkiniz size dünyanın geri kalanından kopmuş hissettirir.

Travma Döngüsü – Travma Bağı

Genellikle toksik ilişkilerde görülen bir durumdur. Kötü muamele gören kişi, ona kötü davranan kişiye sürekli umut ve bağlılık duyar. İstismar eden kişi  özür diler ve pişman olduğunu söyler. Kötü davranışların normal gibi görünmesini sağlar. Tekrar tekrar yaşanan bu durum, mağdur kişinin ilişkiden ayrılmasını zorlaştırır.

Travma Bağından Nasıl Kurtulurum?

Travma bağını kırmak için atılacak adımlar kişisel bir yolculuk gerektirir. İşte bu süreci başlatmak ve sürdürmek için bazı öneriler:

Travma Bağını Tanımak

İlk adım, travma bağının farkına varmak ve bunun sağlıklı veya sürdürülebilir bir ilişki olmadığını kabul etmektir. Travma bağının ne olduğunu ve nasıl etkilediğini anlamak, kurtulma sürecine başlamak için önemlidir.

Profesyonel Yardım Aramak

Terapist veya danışman gibi travma ve ilişkiler konusunda uzmanlaşmış bir profesyonelle çalışmak. Bu çalışmalar deneyimlerinizi, duygularınızı ve kalıplarınızı keşfetmek için güvenli bir alan sağlar.

Sınırlar Belirlemek

 Sınırları belirledikten sonra, bunları net bir şekilde ifade etmek önemlidir.

Kendine Bakım Yapmak ve Kendine Şefkat Göstermek

Kendine iyi bakmak ve kendine karşı nazik olmak, iyileşme yolunda çok önemlidir. Sizi mutlu eden insanlarla vakit geçirmek, kendi sağlığınızı ve refahınızı ilk sıraya koymak bu süreçte büyük ölçüde iyi gelir.

Duygularınızı İşlemek

Bu yolculuk sırasında ortaya çıkan duyguları hissetmeye ve işlemeye izin vermek normaldir. Günlük tutmak, güvendiğiniz bir arkadaşla konuşmak veya hobiler (resim yapmak) bu duyguları ifade etmeye ve serbest bırakmaya yardımcı olur.

Olumsuz İnançları Sorgulamak

Travma bağına bağlı kalmayı sağlayan olumsuz inançları ve düşünceleri tanımlayıp sorgulamak önemlidir. Olumsuz inançları sorgulamak, sağlıklı ve sevgi dolu ilişkileri hak ettiğinizi ve iyileşmeye değer olduğunuzu anlamayı ifade eder.

Kişisel Gelişime Odaklanmak

İlgi alanlarınızı keşfedin, hedefler belirleyin ve güçlü bir benlik duygusu oluşturmaya yardımcı olacak aktivitelere yatırım yapın.

Bu süreçte sabırlı olmak ve her adımda küçük zaferleri kutlamak önemlidir. Kendinize bu süreç boyunca nazik davranın ve iyileşmenin zaman aldığını unutmayın. Destek ve kararlılık, travma bağından kurtarır.

Sonuç olarak, travma bağını kırmak, kendini yeniden keşfetme ve güçlendirme yolculuğudur. Bu süreç, zorluklarla dolu olur, ancak her adım, bireysel gücünüzü ve dayanıklılığınızı artırır. Kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olmak, profesyonel destek almak ve güvenli bir destek ağı oluşturmak, bu dönüşüm yolculuğunda önemli kilometre taşlarıdır. Travma bağından kurtulmak, sadece geçmişteki acıları geride bırakmak değil, aynı zamanda daha sağlıklı, dengeli ve özgür bir geleceğe adım atmak demektir. Unutmayın, bu yolculuk sizi sadece iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda daha güçlü ve bilinçli bir birey olarak yeniden doğmanıza da olanak tanır.

Travma Bağı Nedir? Travma Bağından Nasıl Kurtulurum ?

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Reid, J., Haskell, R., Dillahunt-Aspillaga, C., & Thor, J. (2013). Trauma bonding and interpersonal violence. Psychology of trauma.

George, V. (2015). Traumatic bonding and intimate partner violence.

Devamı
featured_image

Travma Sonrası Tepkiler

Yazar: Tuğçe Turanlar22 Aralık 2023 Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Travma Sonrası Tepkiler

Travma, insan davranışını derinden etkiler ve hayatta kalmak için içgüdüsel tepkileri tetikler. Bu tepkiler;  Savaşma, Kaçma, Donma ve Boyun Eğme olarak kategorize edilir.

Savaşma

Tehlike hissettiğinizde gösterdiğiniz bir savunma türüdür. Örneğin, biri sizi korkutuyorsa, karşılık vermek için bağırabilir veya kızabilirsiniz. Bu kendinizi nasıl koruduğunuzu ve neye sınır koyduğunuzu gösterir.

Kaçma

Tehlikeli veya stresli bir durumda, ortamdan hızla uzaklaşma isteğinizdir. Mesela, bir tartışmadan koşarak uzaklaşabilirsiniz ya da üzücü bir konuyu görmezden gelebilirsiniz. Bu tehlikelerden nasıl kaçtığınızı ve sorunlarla nasıl başa çıktığınızı gösterir.

Donma

Ne savaşabileceğiniz ne de kaçabileceğiniz bir durumda olduğunuzda hareketsiz ve sessiz kalırsınız. Bu vücudunuzun aşırı stres altında kendini koruma yoludur. Ne yapacağınızı bilemezsiniz, sadece beklersiniz.

Boyun Eğme

Bir tehdidi yatıştırmak ya da birini memnun etmek için kendi ihtiyaçlarınızı ve sınırlarınızı görmezden gelirsiniz. Örneğin, tartışmaları önlemek için her zaman başkalarının dediğini yaparsınız. Başkalarını memnun etmeye odaklanarak kendinizi korursunuz.

Bu tepkiler, beyin fonksiyonları ve sinirsel bağlantılarla yakından ilişkilidir. Örneğin, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)  beyin yapısında ve işlevlerinde değişikliklere neden olur. Travmanın neden olduğu stres ve kaygı durumları, beynin farklı bölümlerinde, özellikle amigdala ve medial prefrontal kortekste farklı tepkiler üretir. Bu tepkiler bireyin travma sonrası yaşadığı deneyimleri ve tepkileri anlamamızda önemli bir rol oynar.

Sonuç olarak, travma tepkileri, bireylerin tehlikeli durumlarda hayatta kalmak için içgüdüsel olarak geliştirdikleri temel savunma stratejileridir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

Baldwin, D. V. (2013). Primitive mechanisms of trauma response: An evolutionary perspective on trauma-related disorders. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 37(8), 1549-1566.

Baldwin, D. V. (2013). Primitive mechanisms of trauma response: An evolutionary perspective on trauma-related disorders. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 37(8), 1549-1566.

 

Devamı
featured_image

Travma ve Travma ile Başa Çıkma Üzerine Yazılmış 8 Kitap

Yazar: Tuğçe Turanlar5 Eylül 2023 Okuma Listesi, Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu0 Yorum

Travma ile ilgili size dolaylı yoldan destek olabilecek 8 Kitap önerisini inceleyebilirsiniz.

1-Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk –Maia Szalavitz, Bruce D. Perry

 “Ateş ısıtabilir veya yakıp yok edebilir, su susuzluğu giderebilir veya boğabilir, rüzgar okşayabilir ya da kesebilir. İnsan ilişkileri de böyledir: Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir, hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir, hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz.” 

2- Seninle Başlamadı – Mark Wolynn

“Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirir.”

3- Beden Kayıt Tutar – Bessel A. Van Der Kolk

“Meaney, anne farelerin, dünyaya geldikten sonraki on iki saat içinde yavrularını ne kadar çok yalarsa ve ilgilenirse, beynin strese tepki veren kimyasalları üzerinde o kadar etkili olduğunu ve binin üzerinde genin yapısını değiştirdiğini bulmuştur. Anneleri tarafından yoğun bir şekilde yalanan fare yavruları, stres altındayken, anneleri ilgisiz olan fare yavrularına göre daha cesur olmakta ve daha az stres hormonu salgılamaktadır. Bu fareler, ayrıca daha hızlı kendilerini toparlayabilmektedir; yaşamları boyunca dinginleri devam etmektedir.”

4- Travma ve İyileşme – Judith Herman

“Travmatik deneyimin başkalarıyla paylaşılması, anlamlı bir dünya duygusunun onarılması için bir ön koşuldur.”

5- Bir Çocuğun Gözünden Travma – Peter A. Levine

“Korkudan büyümüş gözlerle ebeveyninin, kardeşinin ya da büyük ebeveyninin şiddetini gören/duyan çocuklar sıklıkla saldırıya uğrayandan daha fazla zarar görürler. Donmuş ve çaresiz bir şekilde bir masanın altına sığınan ya da duvara yapışan çocuk “görünmez” olmaya çalışır. Sayısız büyüğün hayat boyu süren “görülme” korkusu bunun sonucudur.”

6- Travma ve Anı – Peter A. Levine

“Kendimizle olan ilişkimiz derin yaralar içindeyken başkalarıyla iyi ilişkiler kuramayız. Kendimiz hakkında pek bir şey bilmiyorsak, tıpkı bir zamanlar ebeveynlerimizin gözlerinde aradığımız gibi, kendi kimliğimizi başkalarının aynasında ararız. Tüm sorunlarımız ve açık yaralarımızla bir başkasının kollarında güvenli bir liman ve şefkat bulmaya yöneliriz, ama o da aynı teselliyi bizde aramaktadır. “Sihirli ötekine” bu yansıtmalar hiç de iyi bir strateji değildir ve sonunda çöker, karşılıklı hayal kırıklığı ve küçümsemeye neden oluruz.”

7- Doğum Travması – Otto Rank

“Psikanalitik tarzda düşünmeyi öğrenmiş olanlar, bastırılmış şeylerin içlerinde hep gizli bir özlem barındırdığını bilir.”

8- Dile Gelmeyen bir Sesle – Peter A. Levine

“Kendimizi o kadar düşüncelerimizle özdeşleştiririz ki onları gerçeklikle karıştırırız. Kendimizin düşüncelerimiz olduğuna inanırız.”

 

Devamı
featured_image

Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri

Yazar: Tuğçe Turanlar19 Ocak 2023 Çocuk istismarı ve İhmali, Depresyon, Kişilik Bozuklukları, Travma0 Yorum

Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri DSM-5

Borderline  (Sınırda) Kişilik Bozukluğu  Amerikan Psikiyatri Birliği (APA, 2013) DSM-5’de Borderline Kişilik Bozukluğunu şöyle tanımlanmıştır:

Aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, kişilerarası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüsellik ile giden yaygın bir örüntü:

1. Gerçek ya da imgesel bir ayrılıp gidilmeden (terk edilmeden) kaçınmak için çılgınca çaba gösterme.

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler terk edilmekten, yalnız kalmaktan korkarlar. İhmal edildiklerini düşündüklerinde yoğun bir öfke hissederler.

Sevdikleri kişinin hafta sonu başkalarıyla plan yapması bile bu korkularını tetikleyebilir. Bu durumu engellemek için tartışma çıkarabilir, ağlayabilir, yalvarabilir ya da kendilerinden tamamen uzaklaştırabilirler.

 2. Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında gelip giden, tutarsız ve gergin kişilerarası ilişkiler örüntüsü.

BKB olan kişiler, arkadaşları, aile üyeleri ve romantik partnerleriyle kaotik ve istikrarsız bir ilişki sürdürürler. İlişki içinde oldukları kişiyi idealize etmekten hızla değersizleştirmeye geçiş yapabilirler. Göklere çıkardıkları gibi yerin dibine de sokabilirler. Sonra bundan pişman olup yine aynı döngüye girebilirler. Görüşleri aniden değiştiği için sağlıklı ilişki sürdüremezler. İlişki içinde oldukları kişi hakkındaki görüşleri ya siyahtır ya da beyaz. Ortası yoktur.

3. Kimlik karmaşası: Belirgin ve sürekli, tutarsız bir benlik algısı ya da kendilik duyumu.

BKB olan kişilerin, hayattan ne istediği ve kendi hakkındaki düşünceleri net değildir. Belirsiz bir benlik imajları vardır. Kararsızdırlar. Bazen kendileri hakkında iyi, bazense kötü hissederler. Bu nedenle iş, arkadaş ortamı, romantik partner, hedef ve değerleri sık değiştirirler.

4. Kendine kötülüğü dokunabilecek en az iki alanda dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, güvensiz araba kullanma, tıkanırcasına yeme).

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişilerin dürtüsel ve kendine zarar verici davranışları olabilir. Özellikle üzgün hissettiklerinde ödeyemeyecekleri bir parayı harcayabilir, aşırı yemek yiyebilir, hırsızlık yapabilir, dikkatsizce araba kullanabilir, güvensiz seks yapabilir, madde veya alkolü aşırı kullanabilir.

5. Yenileyici intihar davranışları, girişimleri ya da göz korkutmaları ya da kendine kıyım davranışları.

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişilerde intihar ve kendine kasıtlı zarar verme davranışları yaygındır. Bu davranışları ilişkide oldukları kişileri tehdit etmek ya da intihar düşünceleri olduğu için gösterebilirler. Genellikle sevilen kişi tarafından reddedilme, terk edilme veya hayal kırıklığına uğramış olma ile tetiklenir.

6. Duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı olarak duygulanımda tutarsızlık (örn. yoğun dönemsel disfori, kolay kızma ya da genellikle birkaç saat, ancak seyrek olarak birkaç günden daha uzun süren bunaltı).

Tutarsız duygular ve ruh halleri BKB olan kişilerde oldukça yaygındır. Mutlu hissederken bir anda umutsuzluğa kapılabilirler. Bu hisler oldukça yoğundur ama hızlı bir şekilde geçer.

7. Süreğen bir boşluk duygusu

BKB’si olan birçok kişi “boş”, üzgün ve hayattan tatmin olamamış hisseder.

8. Uygunsuz, yoğun bir öfke ya da öfkesini denetlemekte güçlük çekme (örn. sık sık kızgınlık gösterme, sürekli öfkeli olma, sık sık kavgaya karışma).

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler yoğun öfke hisleriyle başa çıkmakta zorluk yaşar ve bu öfkeyi dışa ya da içe yöneltirler. Sonrasında da utanç ve suçluluk duygusu gelir.

9. Zorlanmayla ilintili, gelip geçici kuşkucu düşünceler ya da ağır çözülme belirtileri.

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişiler, diğerleri hakkında şüpheli düşüncelere kapılırlar. Stres altındayken gerçekle bağlantılarını koparıp kendilerini boşlukta ve bedenlerinim dışındaymış gibi hissedebilirler. Dissosiyatif dönemler, paranoid düşünceler, terk edilme korkusu ile tetiklenebilir. Bu semptomlar geçicidir ve ayrı bir bozukluk olarak değerlendirilecek kadar şiddetli değildir.

Bu semptomların şiddeti, sıklığı ve süresi kişiye göre farklılık göstermektedir.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

“Borderline Annenin Çocuğu Olmak” bölümü için Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Podcast Serisinin üçüncü bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.

Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Spotify Podcast

Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Apple Podcast

Seans Odası Sakinleri (S.O.S.) Youtube

Borderline Kişilik Bozukluğu Tanı Kriterleri DSM-5

KAYNAKLAR

Borderline Personality Disorders and DSM-5

Devamı
  • 1
  • 2

Instagram

yulepsikoloji

🌷Bağımlı ilişkilerde kişisel sınırların 🌷Bağımlı ilişkilerde kişisel sınırların silikleşmesi, bireyselliğin kaybolmasına ve ilişkide kimlik karmaşasına yol açabilir. 

Kişi, kendi ihtiyaçlarını ve duygularını arka plana atarak partnerini memnun etmeye öncelik verir; çoğu zaman kendi isteklerini açıkça ifade etmekte zorlanır. 

Sınırların net olmaması, ilk başta huzurlu gibi görünse de, uzun vadede kişinin tükenmesine ve içten içe kırgınlık ve öfke biriktirmesine neden olur. 

Bu süreçte kişi kendi kimliğini kaybedebilir, özgüveni azalır ve ilişkide boğulmuş hissedebilir. 

Araştırmalar, bağımlı ilişkilerde insanların kendilerini ayrı bir kimlik olarak ifade etmekte zorlandığını göstermektedir. 

Sonuç olarak, ilişki sağlıksız bir döngüye dönüşür; bu durum hem ruh sağlığını hem de iletişimi olumsuz etkiler ❤️‍🩹

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
“Dünya göründüğü gibi değil, onu anladığın gibidir.”
— Yann Martel, Pi’nin Yaşamı

🎩🐇✨Bu yüzden arada bir vintage dükkana gitmek fena fikir olmayabilir.
Narsisizmin temelleri çoğu zaman ailede ve çocu Narsisizmin temelleri çoğu zaman ailede ve çocuklukta atılır. Anne-baba tutumları, çocuklukta yaşanan duygusal deneyimler ve ilişkiler, ileride kişiliğimizin şekillenmesinde etkili olur. 

Ancak, herkesin bir miktar kendine değer verme, onay bekleme ya da hassasiyet gösterme ihtiyacı olabilir. Bu özellikler, narsisizm olarak tanımlanan patolojik düzeye ulaşmadıkça normaldir ve insan olmanın bir parçasıdır.

Narsisistik özellikler, ancak kişinin ilişkilerini, işlevselliğini veya yaşam kalitesini belirgin şekilde olumsuz etkilediğinde bir sorun haline gelir. 

Bu noktada geçmiş yaşantılarını gözden geçirmek ve kendini anlamaya çalışmak faydalı olabilir. Her insanın yaşamında zorlayıcı aile dinamikleri veya duygusal ihtiyaçlar olabilir; bu durum seni veya çevrendekileri “narsist” yapmaz. Önemli olan, kendinle ve başkalarıyla daha sağlıklı ilişkiler kurabilmek için farkındalık geliştirmektir.

Değişim ve gelişim mümkündür. Hiçbirimiz kusursuz değiliz; önemli olan kendi yolculuğunu farkındalıkla sürdürebilmektir ❤️

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Hepimizin içinde, çoğu zaman farkında olmadığımız, görmekten ya da kabul etmekten kaçındığımız duygular, düşünceler ve yönler vardır. 

Jung’un “gölge benlik” adını verdiği bu kısım; öfke, kıskançlık, yetersizlik, utanç ya da başkalarını yargılama gibi kabul etmekte zorlandığımız duyguları içerir. Gölgeyle yüzleşmek, kendimizi yargılamadan, bu yönlerimizi anlamaya ve kabule yaklaşmak demektir. 

Kendi gölgemizi tanımak, içsel çatışmalarımızı çözmemize ve daha bütün bir yaşam sürmemize yardımcı olur 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Bu konuyla ilgili kitap önerileri:

Gölgene Sahip Çık - Robert A. Johnson 
İnsan ve Sembolleri - Jung

#psikoloji
❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, b ❤️‍🩹 Kuşaklararası travma aktarımı, bir nesilde yaşanan acı, korku veya stresin sonraki kuşaklara aktarılması anlamına gelir. Ailede işlenemeyen ya da bastırılan duygular, çoğu zaman farkında olmadan çocuklara ve torunlara geçer.

Bilimsel araştırmalar, bu aktarımın hem psikolojik hem de biyolojik yollarla gerçekleşebildiğini gösteriyor. Yani travmanın etkisi, sadece duygu ve davranışlarımızda değil, genlerimizde de iz bırakabiliyor.

Çok kafa karıştırıcı olmasın diye yazdığım makalenin bir kısmını burada paylaştım. Konunun daha detaylı açıklamasını okumak isterseniz websitemde bulabilirsiniz 🌷

www.tugceturanlar.com

Kuşaklararası Travma Aktarımı

#psikoloji
🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zama 🌷Toksik ilişkilerde sınır koymak çoğu zaman imkânsız gibi hissedilebilir. Özellikle onaylanma ihtiyacı, suçluluk duygusu ya da yalnız kalma korkusu bu adımı atmayı zorlaştırır. 

Birçok insan, çocukluğundan itibaren “hayır” demenin bencilce olduğu yönünde mesajlar aldığı için, kendi ihtiyaçlarını ön plana koyduğunda suçluluk hisseder. Özellikle toksik ilişkilerde, karşı tarafın tepkilerinden korkmak ya da onu kaybetme endişesiyle kişi, kendi sınırlarını belirlemekte zorlanır. 

Aynı zamanda, sevilmek ve kabul görmek için kendinden sürekli ödün vermek, zamanla kişinin kendine yabancılaşmasına ve özgüveninin azalmasına neden olur. 

Oysa “hayır” diyebilmek, kendini korumak ve kendi ihtiyaçlarını önceliklendirmek bencillik değil, sağlıklı bir özsaygı göstergesidir. 

Sınır koymak, karşı tarafı reddetmek ya da cezalandırmak anlamına gelmez; aksine, hem kendine hem de karşındaki kişiye değer vermenin en sağlıklı yoludur. 

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada 🌷 Bazı davranışlarımızın, dış dünyada olup bitenleri etkileyebileceğine inanırız. Mantıksız olduğunu bilsek de. 

Örneğin bir mesajı zamanında almazsak kötü bir şey olacağından korkmak ya da uğurlu bir objeye tutunmak… Psikolojide bu düşünce biçimine büyüsel düşünce denir. 

Piaget’ye göre bu düşünce biçimi özellikle çocuklukta yaygındır. Çünkü çocuk, dünya üzerindeki kontrolünü sınırlı hisseder. 

Jean Piaget’nin ifadesiyle:
“Çocuk için düşünce, gerçekliğin yerine geçer.”

(Piaget, J. (1929). The Child’s Conception of the World).

Yetişkin olduğumuzda bile bu düşünce biçimini sürdürebiliriz. Çünkü belirsizlik karşısında zihin, içsel güvenlik yaratacak sembolik dayanaklara ihtiyaç duyar. Bu, aslında içimizdeki çocuğun hâlâ kendini güvende hissetmeye çalışmasından başka bir şey değildir 🌷

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji
Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli Kütüphanemde bana eşlik etmiş olan bu değerli kitapları, artık başka zihinlere ve kalplere ulaşabilmesi için paylaşmak istiyorum.

Her ay bir psikoloji kitabını hediye edeceğim. Belki bir cümlesi, bir fikri, bir sayfası size de eşlik eder ❤️

📖 Bu ayın kitabı: Kaygının Anlamı – Rollo May

“Kaygı, içsel bir çağrıdır; bizi yüzleşmeye, büyümeye ve sorumluluk almaya davet eder.”

Çekilişe katılmak için:

✅ Gönderiyi beğenmeniz
✅ Yorumlara iki arkadaşınızı etiketlemeniz
✅ Yule Psikoloji sayfasını takip etmeniz yeterli

📅 Son katılım: 27 Mayıs Salı

#psikoloji #kitap
Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 Narsistik ilişkileri çözümleme atölyesi 🌷 narsistik partnerle kurulan ilişki dinamiklerini ve bu ilişkilerde ortaya çıkan travma bağını anlamak isteyenler için hazırlandı. Atölyede, sağlıksız ilişki döngülerinin arka planındaki psikolojik mekanizmaları, duygusal bağımlılığı ve bu tür ilişkilerden kopmakta yaşanan zorlukları birlikte inceleyeceğiz. 

🌷 Katılımcılar, narsistik ilişkilerin nasıl işlediğini daha iyi kavrayarak, kendi ilişkilerini sorgulama ve daha sağlıklı bağlar kurma yolunda önemli bir farkındalık kazanacaklar.

📅 Tarih: 2 Haziran Pazartesi
⏰ Saat: 21.00 – 22.30
💻 Platform: Google Meet – Online

Detaylı bilgi için DM’den ya da WhatsApp üzerinden ulaşabilirsiniz.

📱 0532 053 3992 (WhatsApp)

Görüşmek üzere 💛

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

** Kontenjan dolmuştur. Sonraki eğitimde görüşmek üzere ❤️

#psikoloji #ilişkiler
🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerin 🌷 Yetersiz annelik görmüş kişiler, içlerinde güçlü bir sevgi açlığı taşısalar bile yakın ilişkilerde rahat edemezler. Sevgi almaya duydukları özlem, genellikle içlerindeki güvensizlik ve koruyucu duvarlarla engellenir. Geçmişte ihtiyaçlarının karşılanmamış olması, birinin onlar için gerçekten var olacağına inanmalarını zorlaştırır. 

Bazıları sevgiyi hak etmediğini düşünürken, daha bağımlı kişiler partnerlerine yapışır, onları boğar ve aradıkları kusursuz sevgiyi bulamayınca öfkeyle karşılık verir. Bu öfke, ilişkiyi zedeler ve eski terk edilme yaralarını tekrar canlandırır.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

#psikoloji #anne
🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide o 🩵 “Farkında olmak, tam da burada, şimdide olmak demektir; şimdiki zamanda bütünüyle var olabilmek, karşımıza hangi deneyim çıkarsa kabul edebilmek, yine de deneyimin hiçbir türden görünümüne kendini kaptırmamak demektir. Farkında olmak aynı zamanda, yargılamadan veya değerlendirmeye tabi tutmadan, deneyimin farkında olmak demektir.”

Kitap: Psikoterapide Bağlanma - David J. Wallin

#psikoloji #farkındalık
❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta gel ❤️ İçsel çocuk arketipleri, çocuklukta geliştirdiğimiz duygusal başa çıkma kalıplarını simgeler. O dönemde ihtiyaç duyduğumuz sevgi, güven ve kabulü elde etmek için öğrenilen bu stratejiler, büyüdükten sonra da davranışlarımızı şekillendirmeye devam eder. Arketipleri tanımak, hangi eğilimlerin bize fayda sağladığını hangilerinin ise sınırlarımıza zarar verdiğini ayırt etmeye imkân tanır; böylece daha bilinçli seçimler yapabiliriz.

Klinik Psikolog Tuğçe Turanlar

Kaynaklar

*LePera, N. (2021). How to Do the Work: Recognize Your Patterns, Heal from Your Past, and Create Your Self. TarcherPerigee.

*Maté, G. (2021). The Myth of Normal: Trauma, Illness & Healing. Avery.

*Schwartz, R. C. (1995). Internal Family Systems Therapy. Guilford Press.

#psikoloji
Instagram'da Takip Et

Etiketler

Bağımlılık Bireysel psikoterapi depresyon Ebeveyn EMDR EMDR Terapisi Freud Gottman Çift Terapisi Jung Kişilik Bozuklukları narsist Online EMDR Online psikolog Psikanaliz Psikodinamik Psikoterapi Rüya travma Travma Bağı Travma Sonrası Stres Bozukluğu Travma Sonrası Tepkiler Çift Terapisi Çocukluk Travmaları çocukluk çağı travmaları İlişkiler

Son Eklenenler

  • Kuşaklararası Travma Aktarımı
  • Toksik İlişkilerde Sınır Koymak Neden Zordur
  • İnsanlar Değişir mi? Romantik İlişkilerde Değişimin Rolü
  • Uzak Mesafe İlişkisi: Bağ ve Güveni Sürdürme
  • Oversharing (Aşırı Paylaşım) Nedir ve Nasıl Başa Çıkılır?
  • Travma Terapisi: Gerçek Nedir?

Yasal Uyarı

Bu internet sitesinin içeriği ve uygulamaları, sadece bilgilendirme ve eğitim amaçlı olup, herhangi bir şekilde tıbbi öneri verme veya herhangi bir danışan sağlama amacı ile oluşturulmamıştır. Sitemizde yer alan alıntı ve görüşler açıkça belirtilmediği takdirde resmi görüşlerini yansıtmamaktadır. Yazılı izin alınmaksızın kaynak gösterilerek dahi kullanılamaz